Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        CUMARTESİ geceleri Habertürk TV’de yaptığımız “Tarihin Arka Odası” programında ele aldığımız konuları bu köşeye taşımamaya ve televizyon ile gazeteyi ayırmaya özen gösteririm ama nadiren de olsa, bazı durumlarda aynı bahsi burada da devam ettirmeye mecbur kalıyorum.

        Bugün de öyle olacak, önceki akşam programda bahsettiğim bir meseleyi tekrar anlatacağım...

        Konu Türkiye’de yapılan kitap tıpkıbasımları ile ilgili...

        “Tıpkıbasım” demek, eski devirlerden kalan, meselâ bundan birkaç yüz sene önce yazılmış olan bir elyazmasının aynen, birebir şekilde yayınlanması demektir. Bu iş hem uzmanların üzerinde çalışmak istedikleri son derece kıymetli yazma eserlerin elden ele dolaşarak yıpranmalarını önlemek, hem de yazı ve görüntü bakımından şık olan kitapların meraklılara kolleksiyon objesi olarak sunulması maksadıyla yapılır.

        Tıpkıbasımda eserler birebir, yani nasıl iseler öyle, aynen basılırlar. Meselâ kâğıtta kurt yeniği, leke yahut rutubet izi var ise düzeltilmez, bırakılır; renklere hiçbir şekilde müdahale edilmez, hattâ kitabın cildinin de orijinali ile aynı olmasına itina gösterilir...

        TAKDİR GÖRME VASITASI

        Bir eserin tıpkıbasımı bu demektir ama bizde artık maalesef başka türlü anlaşılmaktadır!

        Zira “tıpkıbasım”, yayıncılık yapan devlet kurumları için özellikle son senelerde görgüsüz bir şıklık gösterisi ve etrafa para saçma vasıtası hâline gelmiştir! Meselâ, eski elyazmalarındaki asırlar öncesinin süsleme sanatlarının mükemmel örneği olan tezhipler çıkartılır, bunların yerine bilgisayarla yapılmış tuhaf çizimler yerleştirilir, sayfalara Photoshop ile müdahale edilir, vaktiyle altın varakla çizilmiş ve yüzyıllar boyunca hoş bir renk almış olan cedvellerin yerine cart sarı altın taklidi mürekkep kullanılır, bu tuhaflık “tıpkıbasım” diye ortaya sürülür ve tabii bütün bunları yapanlara da paralar saçılır.

        Ama, yeni zengin kafasının eseri olan bu görgüsüzlüğün, eserin aslı ile artık hiçbir alâkası yoktur.

        Bu şekilde tahrip edilmiş olan eserlerin tıpkıbasımları bir işe daha yararlar: Yayını yapan kurumun başındakiler bu çirkinliği müsteşarlarına ve bakanlarına götürüp “Efendim, geçmişimize sahip çıktık, uzun ve zahmetli bir çalışmanın neticesinde ortaya işte böyle bir şâheser koyduk!” deyip yaranmaya çalışır, elyazmasının ve tıpkıbasımın ne olduğunu bilmeyen siyasetçiden de “Aferin sana!” diye takdir görürler...

        Millî Kütüphane kısa bir müddet önce üç eserin, Tebareke Suresi’nin eski bir elyazmasının, Timur zamanının meşhur musiki üstadı Abdülkadir Meragî’nin “Makasıdü’l-Elhân” isimli musiki kitabının ve 1940’larda vefat eden büyük edebiyat âlimi Sadeddin Nüzhet Ergun’un “Türk Musikisi Antolojisi” isimli eserlerinin tıpkıbasımı için ihale açmış ve bir de teknik şartname hazırlamış.

        Şartnameye aslında “eserlerin içine etme projesi” demek daha doğru! Elyazmalarımızı en iyi şekilde muhafaza ile görevli kurumların başında gelen Millî Kütüphane, şartnamede eserlerdeki asırların getirdiği lekelerin Photoshop ile kaldırılmasını, sayfa zeminlerinin yine bilgisayar ile temizlenmesini, kendilerinin belirleyeceği renklerde basılmasını, “varak” denen altın çerçeveler yerine altın taklidi cart sarı mürekkep kullanılmasını ve eserin aslından uzaklaştırılması için gereken daha başka ne kadar görgüsüzlük, estetik çirkinlik ve akademik hatâ ve saçmalık varsa hepsinin yapılmasını buyurmuş!

        BAKANLIĞA FARZ OLDU!

        Burada meselenin ilmî boyutuna değinmeyecek, meselâ Abdülkadir Meragî’nin “Makasıdü’l-Elhân”ının diğer kitaplıklarda tam nüshaları varken bu en eksik nüshasının seçilmesindeki cehaletten kaynaklanan garabeti ve Sadeddin Nüzhet’in yeni harflere nakledilerek basılması gereken “Antoloji” sinin tıpkıbasımına karar verilmesinin sebeplerini tartışmayacağım...

        Sadece şu kadarını söyleyeyim: Bu projenin eserlerin tıpkıbasımı ile hiçbir alâkası yoktur, sadece elyazmalarının katli mânâsına gelmektedir ve ele-güne bizi rezil edip etrafa “Türkler artık bir tıpkıbasımı bile beceremiyorlar, şu görgüsüzlüğe bak” dedirtmekten başka bir işe yaramayacaktır!

        Dolayısı ile hem “proje” adı altındaki bu cinayeti durdurmak, hem de Millî Kütüphane’nin bu konudan hiç anlamadıklarını maalesef isbat etmiş olan idarecilerini tıpkıbasım işinden uzak tutmak Kültür Bakanlığı’na ve bakanlığın elyazması bahislerini gayet iyi bilen müsteşarı Prof. Dr. Halûk Dursun’a artık farz olmuştur!

        Diğer Yazılar