Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SULTANAHMET taraflarında bir yerlerde, bundan tam 1685 sene önce, 330’un 11 Mayıs sabahı çok büyük bir tören yapıldı ve törenin ardından birkaç gün devam edecek tantanalı şenlikler başladı.

        Paganlığı bırakıp Hristiyanlığa geçmiş olan Roma İmparatoru Konstantin, “Bizantion” denen yerde kurduğu ve “Nea Roma”, yani “Yeni Roma” adını verdiği şehri o gün imparatorluğunun başkenti ilân ediyor; din adamları Yeni Roma’yı, imparatoru ve ailesini kutsuyor, halk sokaklarda kendinden geçmiş vaziyette eğleniyordu...

        Yeni başkentin inşasına 324’te başlanmış ve altı sene içerisinde hipodromundan sarayına, ibadethanelerinden mahallelerine kadar yepyeni bir şehir inşa edilmişti. Ama, Konstantin’in Bizantion’un üzerine inşa ettiği “Yeni Roma” ismi pek tutmadı; kısa bir müddet kullanıldı, halk yeni başkenti kurucusunun adıyla hatırlamayı tercih etti ve “Yeni Roma”, “Konstantinopolis” oldu.

        “Konstantinopolis”, yani sonraki asırların getirdiği telâffuz değişikliği ile İstanbul...

        15 SENE SONRA, TAM 1700. YILI!

        İstanbul’un tarihi gerçi Konstantin’den ve Bizantion’dan çok daha öncelere, eski medeniyetlere uzanır ama Konstantin’in “Yeni Roma”sının kuruluşun başlangıcı kabul edilmesi bile şehre az sayıdaki yerleşim merkezine mahsus bir kıdem verir...

        İstanbul, antik medeniyetlerin ardından kurulan modern şehirlerin en eskilerindendir; Roma, Atina yahut 2 bin 500 yaşındaki Buhara gibi merkezlerin ardından gelir.

        Dolayısı ile, İstanbul’un medeniyet tarihindeki kıdemini Türkiye’nin kullanması gerekmektedir. Ruslar’ın İstanbul’dan sekiz asır genç olan Moskova’nın 867. doğum gününü bile geçen sene törenlerle kutladıklarını hatırlayacak olursak, nasıl bir imkâna sahip bulunduğumuzu daha iyi farkederiz.

        REFAH GELDİ, KÜLTÜR GİTTİ!

        Ve, yine unutmayalım: İstanbul şu anda tarihinin en rahat yaşanabilecek günlerindedir. Şehir kimliğinden gerçi çok şeyler kaybetmiştir, zevksiz mimarların marifetiyle kişiliksiz binalar ile dolmuştur; kültürü, âdetleri, hayat tarzı, hattâ dili ve ezanı bile değişmiştir ama hayat eskiye göre kolaydır!

        Çocukluk senelerini 1960’larda yaşamış olanlar nostaljik takıntıları bir tarafa bıraktıkları takdirde gayet iyi hatırlayacaklardır: O günlerin İstanbul’u gerçi romantik zamanlarının son anlarını yaşamaktaydı ama susuzdu, yolları berbattı, elektrikler dakika başında kesilmekteydi, bir yerden bir yere gidebilmek dertti, eskiden kalma binalar yıkıldı-yıkılacak gibiydi, şehir karanlıktı ve fakirdi!

        Şehir, en rahat günlerini 2000’lerden itibaren yaşamaya başladı... Kültürü gerçi çok daha eski senelerde elden gitti ama o zamana göre daha müreffeh oldu...

        Şimdi yapmamız gereken hastalığa dönmüş mazî hasretini, yani boş hayal demek olan nostaljiyi bırakmak ve uluslararası bir merkez hâlini almaya başlayan İstanbul’a yeni ama “gerçek” bir kültür verebilmekten ibarettir.

        İstanbul’un unuttuğumuz 1685. doğum günü kutlu olsun!

        Diğer Yazılar