Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Gazetelerde de internet sitelerinde de hemen her gün aynı haber: Beyoğlu perişan halde imiş, ölmüş, mahvolmuş, işyerleri boşalmış, İstiklâl Caddesi’nin simgesi olan tarihî mekânlar ardarda kapanıyormuş; felâket ki ne felâket!

        Beyoğlu ile çevresinde birşeylerin iyi gitmediği, ekonomik sıkıntılar yüzünden bazı işyerlerinin kepenklerini indirmek zorunda kaldığı maalesef doğru ve üzücü ama böyle haberlerde bir hatâ yapılıyor: Yanlışlık, bugüne kadar herşeyi ile mükemmel olduğu söylenen Beyoğlu’ndaki bozulmanın şimdilerde başlamış olduğu iddiası...

        İşin doğrusunu söyleyeyim: Beyoğlu’nun bozulması, daha doğrusu eski ve aslî kimliğinden uzaklaşması tâââ 1920’lerde başlamış; 1955’teki 6-7 Eylül olaylarından itibaren de semtin eski Beyoğlu ile alâkası kalmamıştır!

        “Beyoğlu” geçmişin kozmopolit “Pera”sı idi ve yüzyıllar boyunca İstanbul’un sosyal hayatının dışında kalmıştı. Yerli gayrımüslimlerin, kapitülâsyonların sağladığı imtiyazları kullanan Avrupalılar ile yabancı elçiliklerin mekânıydı; hem âdetleri hem de hayat tarzı ile Avrupaî ama bambaşka bir dünya, “Türk” İstanbul’un sakinlerinin gözünde de “gurbet” idi.

        19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyılın başlarında yayınlanmış yabancılara ait seyahatnameler ile Türk edebiyatçıların, meselâ Ahmet Rasim’in, Refik Halid’in yahut Sermet Muhtar’ın Beyoğlu’nu anlatan yazılarını okuduğunuzda farkı daha ilk satırlardan itibaren anlarsınız!

        Semt de başkaydı, kendilerini İstanbul’a değil, “Pera” denen bambaşka bir diyara ait gibi gören sâkinlerinin davranışları da... Farklılık zamanla öyle bir hâl almıştı ki, şehrin Birinci Dünya Harbi’nden sonra uğradığı işgal felâketi sırasında binalar işgalci memleketlerin bayrakları ile donatılmış, gramofonlardan yabancı marşların nağmeleri yükselmiş ve Peralılar etrafta “Medeniyet geldi” nâraları atar olmuşlardı.

        KALABALIK AMA KİMLİKSİZ...

        Beyoğlu’ndaki değişim İstanbul’un kurtuluşunun ve Cumhuriyet’in ilânının ardından başladı. Eski ismi “Grand Rue de Pera” olan ana cadde “İstiklâl Caddesi” yapıldığı sırada imtiyazları kaldırılan yabancılar şehri zaten çoktan terketmişlerdi ve Pera’da semtin asıl sâkinleri, yani çoğunluğu teşkil eden yerli gayrımüslimler ile azınlıktaki Müslüman aileler kaldılar.

        Pera’nın eski hâli ve âdetleri değişirken, 6-7 Eylül rezaleti herşeyi daha da altüst edip değiştirdi, eski Beyoğlu’nda geçmişi senelerce önceye uzanan bir-iki mağaza dışında hepsi kapandı. Zamanla onlar da gittiler ve Beyoğlu “kalabalık ama kimliksiz bir mekân” halini aldı; ikinci ve üçüncü sınıf mal satan dünya kadar mağaza, mâlûm sinemalar ve derken türkü barları ile doldu!

        Şimdiki “Beyoğlu”nun, eski “Pera” ile binalar dışında hiçbir alâkası yoktur, semtin sâkinleri de, günlük hayatı da eski Pera’dan tamamen farklıdır!

        ŞEHRE TARİH UYDURMAYIN!

        Bugün “Aman, o eski Beyoğlu nasıl güzeldi, herşey ne kadar hoştu, nasıl zarifti” diye iç geçirenlere bakmayın ve söylediklerine inanmayın, zira bu tuhaf nostaljiye dalanların hiçbiri o eski Pera’yı bilmezler! Üstelik yaşları müsait değildir, hasretini çektikleri Beyoğlu’nu bilenler de dünyadan en az elli-altmış sene önce ayrılmışlardır!.

        “Beyoğlu’na 60’lı senelerin sonuna kadar şapkasız çıkılmadığı, İstiklâl Caddesi’nde yürüyen herkesin gayet şık olduğu ve dört dörtlük bir nezaketin hüküm sürdüğü” iddiaları da mesnetsiz ve ucuz bir şehir efsanesinden ibarettir!

        Çocukluğum ve ilk gençliğim o senelere tesadüf ettiği için rahatça söyleyebilirim: 60’lardan itibaren Beyoğlu’na çıkmak İstanbullular’ın gözünde öyle “zarafet” falan değil, sadece ayıp idi! Benim ve yaşıtım olan arkadaşlarımın arka sokaklarında pavyonların, ucuz eğlence mekânlarının ve hattâ genelevlerin sıralandığı İstiklâl Caddesi’ne çıkmamız yasaktı, Beyoğlu’na 17-18 yaşlarımızdan itibaren yalnızca cumartesi günleri, sinemaların öğle matinelerine gidebilirdik, o kadar!

        Ekonomik sıkıntılar yüzünden işyerlerinin kapanması ve çalışanlarının işsiz kalmaları tabii ki elem verici gelişmelerdir ama unutmayalım: Bugün kapanmalarının ardından “İstiklâl Caddesi’nin sembolü” oldukları söylenen mekânlar, geçmişi çok daha eskilere uzanan Lazzaro Franco, Boter’in atelyesi, Lebon yahut Markiz gibi semtin eski markaları değildir, en eskisi onbeş, haydi bilemediniz yirmi senelik yerlerdir!

        İstanbul’un eski ve önemli bir semtinde olup bitenleri duyurmak basının tabii ki vazifesidir ama bu vazifeyi yerine getirirken şehir hakkında hiç yaşanmamış ve hayalî bir tarih uydurmak ayıptır!

        Diğer Yazılar