Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Suriye, terör, bir türlü bitmeyen gerginlik ve nihayet Reina’daki katliam derken, birilerinin diline bir “iç savaş” lâfıdır takılıp durdu...

        Memleket iç savaşa sürükleniyormuş; yaşadığımız bütün tatsızlıkların sebebi Türkiye’de kardeş kavgası başlatmak için yapılan provokasyonlarmış, hemen her alanda mevcut olan gerilim zaten bu maksatla körükleniyormuş ve sokaklara dökülüp birbirimizin boğazına sarılmamıza çok az kalmış!

        Böyle demelerine bakmayın, şom ağızlıların söylediklerine kulak asmayın ve dertlenmeyin: Bizde iç savaş çıkmaz; geçmişte de çıkmamış- tır, bundan sonra da olmaz! Bir memleketin uğrayacağı belâlar arasında en büyüğü olan bu dert tarihimizde mevcut değildir, halkın eline silâh alıp birbirine saldırmasının örneği hiç yaşanmamıştır, üstelik genlerimizde de mevcut olmadığı için bundan sonra da yaşanmaz!

        Millet olarak gerçi bir anda parlarız, parladığımız anda gözümüz pek birşeyi görmez ama bu toplumsal değil, kişisel davranışımızdır ve çoğu kez iş daha fazla büyümeden kendimize geliriz. Gerçi 1970’li senelerde Anadolu’nun bazı yerlerinde çıkan ve maalesef hayli can kaybının yaşandığı hadiseler olmuştur fakat bu hadiseler iç savaş değil, kışkırtmaların neticesinde mahalleler arasındaki saldırılardır ve yayılmamışlardır.

        İÇ SAVAŞ BAŞKA BİR ŞEYDİR!

        İç savaş meselesini birkaç sene önce de yazmıştım ve “Önceki asırlarda şehzadelerin taht için giriştikleri kanlı mücadeleler iç savaş değil mi idi?” diye soran mesajlar almıştım, cevabını vereyim:

        Taht mücadeleleri iç savaşı andırsa da aslında değildi, zira babalarının ölümü üzerine hükümdarlıklarını ilân eden şehzadeler zaten kendi devletlerinin sınırlarını belirlemişlerdi. Meselâ, Yıldırım Bayezid’in Timur’a esir düşmesinden sonra yaşanan Fetret Devri’nde Yıldırım’ın oğullarının herbiri bulundukları yerlerde kendi hükümdarlıklarını ilân etmişler, isimlerini taşıyan paralar bastırmış, önemli makamlara tayinler yapmışlardı. Millet, daha doğrusu teb’a gerçi tek idi ama ortada artık ayrı devletçikler vardı, mücadele bunların arasında idi; üstelik birbirini öldürenler halk değil, tahtta hak iddia edenlerin orduları idi ve insanlar perişan hale gelmişti. Mücadeleyi kazanarak babasının tahtına geçip Fetret Devri’ni kapatan Çelebi Mehmed de aslında bir iç savaşa son vermemiş, parçalanmış devleti tekrar biraraya getirmişti.

        KOMŞULARIMIZI PERİŞAN ETTİ

        Yakın tarihimizde iç savaşa yolaçabilecek gibi görünen son girişim İstiklâl Harbi senelerinde işgalcilerin teşviki ile kurulan Hilâfet Ordusu rezaleti idi... Ama, sokaklardan toplanmış işsiz-güçsüz serserilerin oluşturduğu derme-çatma birliklerden meydana gelen bu lâf ola beri gele ordu Kuvâ-yı Milliye ile ilk karşılaşmasında birkaç saat içerisinde dağıldı. Halktan ve hattâ halkın Kuvâ-yı Milliye’ye karşı olan kesiminden bile en ufak bir destek görmedi, dağılıp gitmesi ile arkasındaki güçlerin tamamı hayal kırıklığına uğradı ve ümitle bekledikleri iç savaş ihtimali de o anda bir daha gelmemecesine ortadan kalktı.

        İspanya’da 1930’larda yaşanan ve iç sava- şın tam bir örneğini teşkil eden mücadeleyi bir tarafa bırakıp komşularımızın geçmişini hatırlayalım: Neredeyse tamamında iç savaş çıkmış, rejim değişiklikleri bile kanlı olmuştur ve Ortadoğu’da bu belânın dışında kalabilmiş olan tek memleket, Türkiye’dir.

        İç savaşın bahsi bile sıkıntı veren nasıl bir âfet olduğunu muhabirlik senelerimde bulunduğum başka memleketlerde bizzat görüp yaşadığım için, bu kavramın şimdi Türkiye’ye de yakıştırılması beni hem ürpertiyor, hem hiddete sevkediyor...

        Tekrar söyleyeyim: İç savaş tarihimizde, geleneklerimizde ve hattâ genlerimizde yoktur ve dolayısı ile böyle bir tehlike bizde sözkonusu bile değildir. Bu yüzden aklıbaşında söz etmekten âciz olanların ve ifade edecek tek bir fikri bile bulunmayanların lâf etmiş olmak için dillerine doladıkları iç savaş terânelerine hiç itibar etmeyin!

        Diğer Yazılar