Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Önce arada bir yazılan ama hem yanlış hem de vezni bozuk şekilde söylenen bir dörtlüğün doğrusunu nakledeyim:

        “Biz ezelden akrabaydık, akrep olduk biz bize / Sırrımız meydâna çıktı, bakmaz olduk yüz yüze / Görmedim ben akrabanın sâdıkane gitti- ğin / Akrabanın akrabaya akrep etmez ettiğin”.

        Uzun seneler boyunca devam edegelen kusurlu eğitim ve hatalı dil politikası yüzünden bu basit dörtlükte bile ne dendiğini anlayamayacak olanlar çıkabileceği için, şairin söylemek istediğini izah ediyorum: “Biz ezelden buyana akraba idik ama birbirimize akrep gibi davranmaya başladık, gizlice çevirmek istediğimiz işlerimiz ortaya çıkınca da yüzyüze bakamaz hâle geldik. Akrabaların birbirlerine karşı düzgün şekilde hareket ettiklerini şimdiye kadar hiç görmedim; bir akrabanın kendi akrabasına yaptığı fenalığı akrepler bile etmezler!”

        Dörtlükte geçen “akraba” sadece aynı ailenin mensubu olan ve arada kan bağı bulunan kişiler değildir; o devirde dost, ahbap, din kardeşi, ümmet ve millet mânâsına gelir. Şaire dörtlüğün ilhâmını da tâââ o zamandan beri birbirimizle hiç durmadan boğuşmamız, didişmemiz ve gözümüzü oyma merakımız vermiştir.

        GENETİK BİR DERT GİBİ!

        Türkiye’nin son birkaçyüz senelik geçmişini şöyle bir düşündüğünüzde, tarihimizin savaş- lar dışında hep iç didişmelerimizden ibaret oldu- ğunu ve bu didişmelerin maalesef gelenek, hattâ nerede ise ölümüne bir genetik davranış olduğunu farkedersiniz. Bir grup iktidarı elde mi etti? Muhalifler onu alaşağı etmek için neticenin felâ- ket olabileceğini düşünmeden ellerinden ne gelirse yaparlar. Sultan Abdülmecid zamanında paşaların birbirlerinin kuyusunu kazmaları, İttihadçılar ile İtilâfçılar’ın ölesiye boğuşmaları, tek parti dönemindeki çekişmeler, Halk Partililer ile Demokratlar arasındaki kavgalar, hattâ 70’li senelerdeki Demirel-Ecevit inatlaşması gibi acı hadiseler bu genetik derdimizi açık şekilde gösterirler.

        Değişen bir şey yok ve bu berbat gelenek bugün de aynen devam ediyor! Toplum ikiye ayrılmış, sadece toplum değil basın da ayrı kamplarda, maksadı okuyucuya bilgi ve fikir vermek olan köşe yazarlığı artık karşısındakine hakaret, aşağılama ve muhalifin gözünü oyma vasıtası hâlinde, yazarların birkaçı dışında neredeyse tamamı sanki kalem erbâbı değil politikacı yahut kanaat önderi imişcesine birbirleri ile didişmekle meşgul!

        Ayrışmanın en şiddetli şekilde yaşandığı 1908 sonrasının gazete kolleksiyonlarını tarayacak olursanız, iktidara yahut muhalefete mensup ve karşısındakine hemen her gün lâf çakma çabası içerisindeki dünya kadar köşe yazarına tesadüf eder ama o devrin anlı-şanlı birçok yazarının sonraki senelerde artık mevcut olmadıklarını görürsünüz! Zira didişme başka mecralara kaymış, görevi yeni kadrolar almıştır ve söyleyecek fikri olmayan önceki mevsimin yazarı miadını doldurmuş, unutulmuştur.

        UNUTULMAMANIN SEBEBİ...

        Refik Halid Karay, Ref’i Cevad Ulunay yahut Hüseyin Cahit Yalçın gibi Meşrutiyet ve Mütareke devirlerinin en sert kalemlerinden birkaçı bugüne kalabilmişlerdir ama bunu karşısındakilere demediklerini bırakmadıkları köşe yazılarına değil romanlarına, hatıralarına yahut sosyal alanlardaki eserlerine ve Türkçe’deki kudretlerine borçludurlar; sadece kavga eden gazeteci ise unutulup gitmiştir.

        Aslında o kadar eskiye uzanmaya da pek lüzum yok! Bundan yirmi sene öncesini, Mesut Yılmaz ile Tansu Çiller’in kapışma günlerini düşünün... Gazete köşelerinde ve ekranlarda karşısındakine gece-gündüz veryansın etmekle meşgul olan o zamanın kalem ve söz erbâbından birçoğunun isimlerini bile hatırlayamadığınızı farkedeceksiniz.

        Lâf çakmak! Maksat şimdi sadece bundan ibaret! Köşe yazarı muhalifine cevap mı verecek? Öyle araştırarak ve düşünerek kaleme alınmış, içerisinde bilgi ve fikir bulunan usturuplu yazı artık lâzım değil, ağız dolusu hakaret kâfi! Ve bu yazılar zaten hem taraf hem de aynı şekilde lâf çakma meraklısı olan okuyucuya “Oooof, amma da geçirmiş haaa!” dedirtebildiği takdirde edebî birer şâheser!

        Unutmayalım: Kaderimiz geçmişte hep kamplaşmalarımızın neticesinde şekillendi ama hemen her şiddetli didişmemizin ardından mutlaka büyük bir derde uğradık...

        Türkiye, vazgeçmemiz genetik bakımdan zor gibi görünen bu berbat âdetten kurtulmayı başarabildiğimiz takdirde kanatlanabilecektir!

        Diğer Yazılar