Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİR Pazar günü, Beşiktaş’tan Balmumcu’ya uzanan yokuşu beş yaşındaki oğlunun elinden tutarak çıkan otuzlarındaki hanım, yokuşun ucundaki nizamiyenin önünde bekleyen silâhlı nöbetçilere “Merkez Kumandanı’nı görmek istediğini” söyledi...

        Burası, 27 Mayıs darbesinden sonra hapishane yapılan Balmumcu Kışlası idi...

        Kumandanın odasına alınan hanım, kocasının kışlada “mevkuf” olduğunu söyledi ve “Benim ile görüşmesi şimdilik yasak ama oğlumuzun birkaç dakikalığına da olsa babasına sarılabilmesine müsaadenizi ricaya geldim” dedi...

        Merkez Kumandanı albay anlayışlı ve efendi insandı; hem izni verdi, hem de “Hanımefendi, şimdi saat bire geliyor” dedi. “Çocuk dörde kadar burada kalabilir ama tam dörtte mutlaka gelip almanız lâzım...”.

        Anne mutlu oldu, çocuk da dostların ve akrabaların günlerdir çeşit çeşit oyuncakla oyalamaya çalıştıkları ve “Yeni bir gazete çıkartacağı için çok meşgul, bir müddet geceleri de matbaada kalacak” dedikleri babasını göreceğine sevindi...

        Genç bir subay çocuğu aldı, uzun koridorlardan beraberce yürüyüp demir bir kapının önüne geldiler ve subay kapının önünde bekleyen askere “Aç!” diye emretti...

        “Kilit” ve “anahtar”... Çocuk bunları gerçi garipsedi ama kapı açılır açılmaz içeriden yükselen sevinç sadâları şaşkınlığını unutturdu... Önce babası, sonra oradaki sekiz-on kişi çocuğu kucaklarına aldılar, öptüler, sevdiler...

        Pek büyücek olmayan bir odada idiler; içerisi tıkış tıkıştı, duvarların önünde ranzalar vardı, ortada da bir masa ile sandalyeler...

        Sevip kucaklama faslından sonra çocuğu yaşı salondakilere nisbeten ileri olan güler yüzlü ve sevimli bir bey kucağına aldı, sevdi, uzun uzun sohbet etti ve “Mektebe başlayacakmışsın, hep oku, bol bol oku!” dedi...

        Üç saat hemen geçiverdi, vakit dörde yaklaştı, anahtar kilitte tekrar döndü, genç subay içeriye girdi, çocuğu alıp tekrar gelmiş olan annesine teslim etti, anne ile oğlu kışladan ayrıldılar ama Balmumcu’yu daha birkaç Pazar ziyaret ettiler...

        MEZARINI BİLE KAZMIŞLAR

        O çocuk, bendim!

        Babam, dergisinde darbeye “Kaputlular Saltanatı” başlıklı bir yazı ile karşı çıktığı, Berin Menderes’ten, yani Adnan Menderes’in eşinden de “Eli öpülecek hanım” diye bahsettiği için Balmumcu Kışlası’na kapatılmıştı ve dergide beraber çalıştığı kim varsa hepsini toparlayıp Balmumcu’ya götürmüşlerdi...

        Kilitli demir kapının ardındaki salonda beni sevip “Oku, bol bol oku!” diyen güler yüzlü yaşlı bey ise meşhur bir hukuk âlimi idi: Cumhurbaşkanlığına aday olduğunu açıklaması üzerine cuntacı subayların tabancalarını masanın üzerine koyup “Hoca, seçime katılmayacaksın, yoksa mezarın şimdiden hazır!” deyip memleketi terke mecbur bıraktıkları Ordinaryüs Profesör Ali Fuat Başgil! Onun kaderinde de bir yazısı yüzünden tevkif edilmek ve İstanbul Hukuk’tan talebesi olan gazetecilerle beraber Balmumcu’da yatmak vardı...

        “İhtilâl” denen meret ile işte böyle, henüz beş yaşımda ve bir zindanda teşerrüf ettim!

        HESABA BAK HESABA!..

        Demokrat Parti devrinin her bakımdan mükemmel, rahmetli Menderes’in de “evliya” olduğunu hiçbir zaman iddia etmedim, önemli hizmetler yapmış ama maalesef çok hatâ da etmişlerdi fakat hatâlarının karşılığı bir “ihtilâl” değildi...

        Memlekette 27 Mayıs sonrasında yaşananlar mâlûm: İşbaşına seçimle gelmiş iktidarı mahkûm etmekle görevlendirilmiş mahkemenin “bebek dâvâsı”, “köpek dâvâsı”, “Barbara dâvâsı” gibi rezaletlerini, duruşma salonunda bir kadın külodunun elden ele dolaştırılmasını, Kıbrıs üzerindeki sayesinde söz hakkına sahip olduğumuz bir hariciyeci ile bir maliyecinin, yani Fatin Rüştü ile Hasan Polatkan’ın ve bir başbakanın katledilmelerini, üstelik o başbakana sırf eziyet maksadıyla idamından önce prostat muayenesi yapılması gibisinden dünya kadar utancı yazmaya kalem bile hicap ediyor...

        Şimdi bir dernek, “Atatürkçü Düşünce Derneği” çıkıyor, Türkiye’de sadece acılara sebep olan silâhlı gece baskınına, yani 27 Mayıs darbesine Twitter’dan güzellemeler yapıyor, sonra da kıvır kıvır kıvırıyor!

        Niyet ve temennileri mâlûm ama hayallere dalmaktan hesap-kitap işini unutmuş gibiler... Baksanıza, mesajlarında 58 sene önceki darbeyi medhederken “Bundan yarım asır önce” diyorlar! Bu hesapça 1960’taki 27 Mayıs başkaldırısı ya 1968’de yaşanmış oluyor, yahut şu anda 2010 senesinin içerisinde bulunuyoruz...

        Bu işi yapanlar Atatürkçülüğün “darbe şakşakçılığı” olmadığını acaba ne zaman ve nasıl öğrenecekler?

        Diğer Yazılar