Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        1990'daki ilk Körfez Savaşı'ndan sonra, ortalığı başta Picasso imzalı tablolar olmak üzere, geçmişin en meşhur ressamlarının eserleri sarmıştı...

        Elaltından müşteri aranan tabloların yağmalanan Kuveyt Müzesi'nden çıktığı söyleniyor ve piyasanın altında fiyatlarla müşteri aranıyordu.

        Aradan birkaç sene geçti, Amerika Irak'ı işgal etti ve ortalıkta dolaşan tablo sayısı daha da arttı. Kaynağın bu defa Bağdat'taki müzeler ve Saddam Hüseyin'in sarayları olduğu iddia ediliyordu...

        Tablolar bir ara Türkiye'de de sık sık görülür olmuştu. Irak'tan sınırın bizim tarafımıza geçirildikleri söyleniyor ve İstanbul'da kapı kapı dolaştırılıyorlardı...

        Böylesine imzalı tablo bereketi Avrupa'da da alıp başını gidince işin içine polisler, sanat tarihçileri, sigortacılar ve öteki uzmanlar girdiler ve eserlerin tamamının sahte olduğu anlaşıldı. Resimleri pazarlayanlar hakkında bizde de, Avrupa'da da soruşturmalar açıldı, tabloların çoğunu İngiltere'de yaşayan ve yaptığı birebir taklit resimler yüzünden başı zaten belâda olan bir ressamın yaptığı ortaya çıktı ve düzmece resimlerin nihayet ardı arkası kesildi.

        Bu sahtekârlık şimdi bizde sanatın başka bir alanında yapılıyor; düzmece imzalı levhalar, yani hat eserleri geçmiş asırların en meşhur hattatlarına atfedilerek bazı mezat salonlarında dört dönüyor!

        ESERDE İMZA ŞARTTIR

        Bir hattın büyük bir kıymet taşıması için birkaç özelliğe sahip olması gerekir ve en başta da önemli bir hattatın elinden çıkması, yani hattatın imzasını taşıması şarttır.

        Şimdi, eski devirlerden kalma eli yüzü düzgünce ama imzasız bir levhayı alıyor, bu işlerle meşgul olan yeni bir hattata götürüp altına o yazı üslûbunun en önemli üstadlarından birinin imzasını attırıyorlar. Eserin asıl sahibinin vakti zamanında belki beğenmeyip ismini koymaya lâyık görmediği, belki de bilmediğimiz bir başka sebepten dolayı imzalamadığı hat, bu sahte imza sayesinde uydurma bir kimliğe kavuşuyor ve hooop, doğruca müzayedeye!

        Ama levha altında bu sahte imzanın bulunduğu hattata değil bir başkasına, alâkasız bir isme aitmiş, hattâ önemli bir sanatkârın eseri olamayacak derecede sıradan bir yazı imiş; meselâ Hamdullah, Yesârî yahut Kazasker gibi büyük sanatkârların değil de adı-sanı işitilmemiş mahalle imamlarından birinin kaleminden çıkmışmış, ne gam... Mühim olan yeni kolleksiyonerlerin parasını almak değil mi? Mezat şirketlerinin danışmanları düzmece imzalı hattı bir allayıp pulladılar mı kataloglarda sayfalar da açılıyor, acemi müşterinin kesesi de!

        ASIRLARCA FARK VAR!

        İşin daha da tuhaf tarafı, düzmece imzaların artık sadece levhalara değil elyazması dua kitaplarına, Kur'an cüzlerine, hattâ Kur'anlar'a da konmaya başlamış olması...

        Hat konusunda senelerce çalışmış ve hocalarından "icazet" yani diploma almış olan yetenekli ama yeteneklerini bu işlere sarfeden birileri, imzasız levhalara yaptıklarını eski bir Kur'an'a da yapıyor ve elyazmasının "ketebe kaydı" denen imza mahalline hemen bir isim konduruvermekten hiç çekinmiyorlar! Hem de öyle sıradan hattatlardan birinin değil, birkaç asır önce yaşamış ve bu işin en baba üstadlarından olan sanatkârların adını! Ama hani o "para hırsı" denen illet var ya; eserin yazısı ile imzasını taklit ettikleri hattatın yaşadığı devir arasında birkaç asır bulunduğunu ve bu zaman farkının işi bilenler tarafından ilk bakışta görüleceğini bile işte o illet yüzünden düşünemiyorlar...

        1990'dan itibaren ortalığı saran sahte tabloların peşine düşen yetkililerin, özellikle de Kültür Bakanlığı'nın "düzmece hat" meselesinin üzerine gitmesi şarttır. Zira bu iş hem klasik bir sanatımızı perişan etmektedir, hem mesleğini ciddî şekilde yapan müzayede şirketleri işinden böyle bîhaber ama hırslı birkaç kişi yüzünden töhmet altında kalmaktadırlar, hem de ortada apaçık bir sahtekârlık vardır!

        Diğer Yazılar