Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ASIL mesleği Türk Edebiyatı profesörlüğü olan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen, geçen gün Nuriye Akman'a bir mülakat verdi.

        Prof. İsen devletin kültür politikası olmaması gerektiğini, bu kavramın faşist ve komünist yönetimlerde bulunduğunu söylüyordu ki, haklı idi.

        Genel Sekreter, daha sonra "muhafazakâr estetik" ve "muhafazakâr sanat" kavramlarını kullanıyor, bazı isimler veriyor, Yahya Kemal ile Ahmed Hamdi Tanpınar'dan bahsediyordu...

        Türkiye'de sadece sol kesimin değil, sağ kesimin de aslında hayli geç farkettiği Tanpınar'ın orijinalliği konusunda biraz çekingenimdir. Zira, 19. asrın ikinci yarısına ait Fransız şiirine merakınız varsa, Ahmed Hamdi Tanpınar'ın bazı mısraları size yabancı gelmeyecektir. Nobelli Fransız yazar Andre Gide'in uzun "Günlük"ünde yani "Journal"inde 1899 ile 1918 seneleri arasında yeralan ve Bursa'da yazdığı "La Marche Turque" (Türk Marşı) faslını okudu iseniz, Tanpınar'ın "Beş Şehir"inin "Bursa'da Zaman" bölümünün sayfalarında dolaştığınızda "Bu ilhamı ve ifadeleri bir yerden hatırlıyorum" der ve Gide'in Bursa'sının Tanpınar'da mahallîleştiğini farkedersiniz...

        AYASOFYA SERGİSİ

        Prof. Mustafa İsen, verdiği mülakatta ekonomideki kalkınma ile kültürdeki gelişmenin paralellik göstermediğini hatırlatıp "muhafazakâr sanat"tan bahsediyor. Sonra, "muhafazakâr sanat"ı "geleneksek birikimle, çağdaş imkânları bir denge çerçevesi içinde birleştirerek ortaya yeni ürünler çıkarma faaliyeti" diye anlatıyor.

        Biraz geniş çerçeveli ve yoruma açık olan bu tarifi gözönünde tutarak Prof. İsen'in sözünü ettiği muhafazakâr sanatın bugünkü vaziyetini hatırlayalım:

        Muhafazakâr sanat, son senelerde Türkiye'de şimdiye kadar görmediği bir rağbet elde etti. Başta hat ve tezhib olmak üzere, geleneksel sanatlarla uğraşanların sayısında şimdiye kadar rastlanmadık bir artış yaşandı. Eskiden birkaç yılda bir açılan hat sergileri artık ayda birkaç defa açılıyor, sık sık "hilye" yarışmaları yapılıyor, sadece bu iş için kurulan galerilerin adedi gittikçe artıyor, sermayenin yeni sahipleri de artık bu eserleri satın alıyorlar.

        Ayasofya'da bu akşam devlet erkânının da katılımıyla açılacak ve mekândaki ilk düzenleme olma özelliğini taşıyacak olan "hilye" sergisi, muhafazakâr sanatın Türkiye'de gördüğü revacı açık şekilde gösteren bir örnektir...

        KUTSALLAŞTIRMAK!

        Geleneksel sanatlarımız çok daha önceden gelmesi gereken yere ancak şimdi gelebildi ama "çağdaş imkânları denge çerçevesi içinde birleştirerek ortaya yeni ürünler çıkartmayı" becerebildik mi?

        Maalesef hayır! Zira, sanata Prof. İsen'in de sözünü ettiği "kültürel problemler" ve "şehirlilik bilinci", daha doğrusu bu bilincin yokluğu hâkim oldu! Son senelerin muhafazakâr sanat eserlerine baktığınızda, temeli imparatorluk devri İstanbul sanatı olan örneklerin "varoşlaştığını" görürsünüz! Tezhip, çağdaşlaşmak yerine basitleşmiştir; meselâ halkâların içerisinden çirkin bir lâle figürü boy göstermektedir. Renkler, ucuzlaşmış, hat eserlerinin mürekkebi bile değişmiştir. Levhalar şimdiye kadar rastlanmamış iticilikte yeşillerle ve penbelerle doludur, yazılar gösteriş için devâsâ boyutta yazılır olmuşlardır ve işin daha da tuhaf olan tarafı, yeni hattatların eserlerinin klasik imzalardan, Yesarîler'den, Kazaskerler'den ve Hâmidler'den daha yüksek fiyatlara müşteri bulmasıdır.

        Ebruyu, musikiyi ve geleneksel Türkçe'yi ise hiç sormayın!..

        Klasik sanatlardaki değişmenin ana sebeplerinin başında kültür ve dolayısı ile de estetik yokluğunun yanısıra yine son senelerde bu sanatlara "kutsallık" duygusu ile yaklaşılmaya başlanmasının rolü büyüktür. Verilmesi gereken kültür ve oluşması gereken geleneksel kültür çevresi olmayınca bunların yerini mecazlar, ilâhî yorumlar ve sanata kudsiyet atfetmeler almıştır.

        Ve, bütün bunların sebebi, "kalkınma"nın Turgut Özal döneminden buyana sadece refah artışından ibaret zannedilmesi, kültüre ekonomiye yapılan yatırımların binde birinin bile yapılmaması ve yatırımların "insana" değil, "müşteriye" gitmesidir.

        Diğer Yazılar