Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GEÇEN gün haftalardır cadı kazanı gibi kaynayan şehir tiyatroları hakkında yazdım, sırtını belediyeye yahut devlet kadrosuna dayayıp yapılan işlerin bu devirde artık pek sanat sayılamayacağını söyledim...

        Memlekette meğerse ne çok "devletçi" sanat dostu varmış! İki gündür "Sen sanattan ne anlarsın?" diye başlayan mesajlar gönderiyorlar, şehir ve devlet tiyatrolarının, devlet operalarının, korolarının ve balelerinin hem "çağdaşlık", hem "Atatürkçülük" hem de "aydınlanma" simgesi olduğunu yazıyorlar!

        İşin daha da tuhaf tarafı, otorite kavramına karşı çıkanların iş devlet destekli sanata gelince, "Ama tiyatro da devlet olmadan pek yapılmaz canım!" demeleri...

        Aaaah, ah! Sahneye çıksanız da, çıkmasanız da her ay tıkır tıkır verilen o aylık yok mu! İşte, "Devletin otoritesine hayır ama kadrosuna tabii ki evet!" dedirten zevkli mecburiyettir!

        İşin evlâd ü iyâl tarafını bir tarafa bırakalım... Gündemde olan ve tartışılan bir konuyu derinlemesine düşünüp kafa yormak yerine işi artık sakız gibi çiğnenir hâle gelmiş sloganlara boğup lâf ebeliği ile üste çıkmaya çalışmak adetimizdir ya; bir türlü kurtulamadığımız bu âdet "devlet destekli sanat kuruluşları" meselesinde de depreşiyor.

        ONLAR DA BİLİRLER YAAA...

        Vatandaşın vergileri ile ite-kaka güya sanat yaptırmak "çağdaşlık", buna karşı çıkmak her ne hikmetse "çağdışılık" ve hattâ "Atatürk düşmanlığı" oluyor! "Devlet destekli bu sanat politikası 80 küsur seneden buyana dünya çapında tek bir besteci yetiştiremedi" diyorsunuz, aldığınız cevap "Atatürk düşmanı" oluyor. "Özel tiyatrolara verilecek devlet desteğini komisyonlar belirlemesin, bu para Batı'da yapıldığı gibi salonu dolduran ciddî grupların elde ettikleri bilet ücreti üzerinden dağıtılsın" diye yazıyorsunuz; cevap hazır: "Çağdışı herif!". "Emekliliğini bekleyen ellilik, ellibeşlik balerinler dünyanın başka neresinde kaldı" diyecek olduğunuz takdirde de ne diyecekleri belli: "Aydınlanmadan korkan karanlık kafa!"

        Bu işlerin Atatürk, aydınlanma yahut çağdaşlık ile hiçbir alâkasının bulunmadığını bütün o kalkanların arkasına sığınanlar da gayet iyi bilirler ama yukarıda sözünü ettiğim kadro ve aylık meselesi var ya... Herşey, işte orada düğümleniyor...

        KOMADAKİ HASTA!

        Yolladıkları mesajlarda "Sen tiyatrodan ne anlarsın?" diyenlere cevap yetiştirmek için değil, bugünkü "resmî" tiyatrolarımızın ne halde olduğunu göstermek maksadıyla yazıyorum:

        Tiyatro, çocukluk ve gençlik senelerimin unutulmaz hatıralarının başında gelir... Ailece en az iki haftada bir şehir tiyatrolarına yahut özel sahnelere, ayda bir defa da mutlaka operaya giderdik. Tepebaşı'nda bir gecede küle dönen Dram Tiyatrosu'nun salonunu evimizin salonu gibi, âdetâ ezberlemiştim.

        Bu âdetimizden zamanla vazgeçtik, zira artık eski oyuncular ve o lezzet kalmamıştı! Hisar'da en az dört defa seyrettiğimi hatırladığım Musahipzâde'nin "Bir Kavuk Devrildi"si eski kadrosu gitmesi yüzünden zamanla özentiye, "Yaprak Dökümü" ucuz fotoromana, Muammer Karaca'nın "Cibali Karakolu" da cızırtılı haykırışlara döndü! Üniversite senelerimde sık sık gittiğimiz AST'nin yerini de sanatın değil, sloganın öne geçtiği ideolojik gruplar aldı ve o gidişler de bitti!

        Türkiye'de bugün iyi oyuncu yok mu? Tabii ki var ama maalesef azınlıkta kalıyorlar; teatral konuşmayı soğuk ve ruhsuz bir ağırbaşlılık gibi algılayan, oyunculukları dakikalar boyunca "Eveeeeet Naciyeeee! Demek kiiii seeeen beniiii aslaaa seeevmemişsiiiin! Öyle miiiii" gibisinden ruhsuz ve âhenksiz uzatmalarda ibaret olanlar ise çoğunlukta!

        Komaya girip yoğun bakıma kaldırılan ve her tarafına kablolar takılmış bir hasta düşünün... Hani kalbi durduğu anda ekrandan dümdüz, aynı seviyede ve bıktırıcı bir "biiiiip!" sesi gelir ya, işte onun gibi!

        Diğer Yazılar