Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçen gece çok zaman önce basılmış ve artık gayet zor bulunan bir kitap hakkında bilgi lâzım oldu, internetten dünyanın en büyük kitaplığı olan Washington'daki "Kongre Kütüphanesi"nin sitesine girdim.

        Ama kataloglarda tarama yapabilmek ne mümkün? Kütüphanenin sayfası açılır açılmaz, ekranda koskoca bir yazı çıktı: "Amerikan hükümeti kepenk indirdiği için hizmet veremiyoruz, sorry"!..

        BİZDE YAŞANANI UNUTTUK

        Birleşik Amerika'da günlerden buyana bir tuhaflık yaşanıyor. Cumhuriyetçiler'in denetimindeki Kongre, Demokrat Başkan Obama'nın sağlık paketine karşı çıkıp yeni bütçeyi kullanma yetkisi de vermedi ve hükümet kepenk indirdi. Bir milyon civarındaki devlet memuru ücretsiz izne gönderildi, bazı devlet dairesinin çalışmaları askıya alındı, hattâ parklar, bahçeler ve müzeler bile kapatıldı...

        Geçen gün bir Amerikan kanalında seyrettim: Temsilciler Meclisi'nin bir Cumhuriyetçi üyesi "Böyle anlaşmazlıklar Clinton zamanında da olurdu ve başkanla kapalı kapılar ardında buluşup meseleyi hallederdik. Obama ile de aynı şekilde anlaşmayı denedik ama adam herkesle kavga ediyor. Anlaşma imkânı kalmayınca bütçeyi reddetmekten başka çare bulamadık" diyordu...

        Şimdi bütün bunları görüp "Amerika ne tuhaf memleket, parlamento bütçeyi kabul etmiyor, hükümet de çaresiz kalıp kepenk indiriyor, bu nasıl iş?" deyip şaşırıyoruz... Ama bundan 48 sene önce, 1965 Şubat'ında aynı derde bizim de uğradığımızı, hattâ bütçenin reddi yüzünden cumhuriyet tarihimizin en güçlü politikacılarından birinin, İsmet İnönü'nün bile başbakanlıktan gittiğini, o makama bir daha gelemediğini ve Türkiye'nin bir müddet bütçesiz kaldığını hatırlamıyoruz...

        İşte, 1965 Şubat'ında bütçenin reddedilmesi ve İsmet Paşa hükümetinin devrilmesi...

        İktidarda CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'nün bağımsızlarla kurduğu hükümet bulunuyordu, muhalefette de Süleyman Demirel'in genel başkanlığını yaptığı Adalet Partisi ve Ekrem Alican'ın Yeni Türkiye Partisi ile Osman Bölükbaşı'nın Millet Partisi vardı.

        Türkiye'de mâlî yıl o senelerde martta başlar, bütçe görüşmeleri şubat ayında yapılır, bütçenin reddihükümetin güvensizlik oyu alması kabul edilir ve başbakan istifasını verirdi...

        SEDYELİ OYLAMA

        İnönü hükümetinin Maliye Bakanı Ferit Melen'in hazırlayıp Şubat başında Meclis'e götürdüğü bütçe komisyonlarda görüşüldükten sonra genel kurula gitmişti ve 13 Şubat'ta maddelerine geçilip geçilmemesi oylanacaktı.

        O gün sabah saatlerinde toplanan Meclis'te beklenmedik birşey oldu, İsmet Paşa'ya karşı bir türlü ortak tavır alamayan muhalefet birleşti, hattâ hastahanede yatan bazı milletvekilleri bile sedyelerle Meclis'e getirildi.

        Akşam saat sekiz buçuğa doğru yapılan oylamada bütçeye 197 kabule karşılık 228 red oyu verildi. Bu, 1961 Kasım'ından itibaren dört senede ardarda üç ayrı hükümet kuran İnönü'nün düşürülmesi demekti. İsmet Paşa oylamanın neticesinin açıklanmasından hemen sonra istifa etti ve istifasını Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'e bizzat götürmedi, müsteşarı Haldun Derin ile gönderdi...

        Ama iş sadece hükümetin gitmesi ile bitmedi, devlet bütçesiz kaldı...

        GEÇİCİ BÜTÇE YAPILDI

        Ertesi sabah erken saatlerde geçici bir bütçe hazırlanması faaliyeti ile beraber yeni bir hükümet kurulabilmesi için çalışmalar başladı... Maliye Bakanı Ferit Melen erken saatlerde bakanlığa giderek geçici bütçe çalışmalarına bizzat nezaret etti. Yeni hükümet kurulana kadar görevine devam edecek olan Başbakan İsmet İnönü de kararnamelerin ve tasarıların dondurulması ve herşeyin yeni hükümete devredilmesi talimatını verdi.

        Türkiye, Suat Hayri Ürgüplü'nün başkanlığında 20 Şubat günü kurulan yeni hükümetin hazırladığı bütçenin kabulüne kadar, Ferit Melen'in düzenlediği geçici bütçe ile idare edildi.

        SORRY, SORRY, SORRY..

        Biz, şimdi tuhaf karşıladığımız ve hattâ güldüğümüz Amerika'daki bütçe krizinin bir eşini 1965 Şubat'ında işte böyle yaşamış ama daha hafif şekilde atlatmıştık...

        Bu yazıyı yazdığım sırada farkettim: Amerika'daki kriz devam edip hükümet kepenkleri hâlâ kapalı tutarken birkaç gün boyunca "Sorry, sorry, sorry..." deyip duran Kongre Kütüphanesi'nin sitesi ne oldu ise oldu ve dün sabah açılıverdi! Açıldı ve aradığım kitabın künyesini de nihayet bulabildim...

        ************************************************************

        İnönü devrildi, Şeyhülislâm'ın oğlu koalisyon hükümeti kurdu

        ESKİ ve uzak tarihi bir tarafa bırakın; yakın tarihimizi bile pek hatırlamadığımız için, çoğumuz "Suat Hayri Ürgüplü" adında bir zâtın Türkiye'de bir zamanlar başbakanlık yapmış olduğunu bilmeyiz.

        İttihad ve Terakki iktidarının meşhur şeyhülislâmı ve Birinci Dünya Savaşı'na girdiğimiz sırada çıkartılan cihad fetvasının altında imzası bulunan Hayri Efendi'nin oğlu olan Suat Hayri Ürgüplü 1903'te doğdu. 1939'da Meclis'e girdi, Gümrük ve Tekel Bakanlığı yaptı, büyükelçiliklerde bulundu, 1961'de senatör seçildi ve 1965 Şubat'ında İsmet İnönü'nün ardından başbakan oldu ve bu görevde sekiz ay kaldı.

        İnönü'nün istifasından sonra liderlerle biraraya gelen Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tarafsız bir başbakan aradı, görevi o sırada Kayseri'den bağımsız senatör olan Suat Hayri Ürgüplü'ye verdi ve Ürgüplü'nün başkanlığında Adalet, Yeni Türkiye, Cumhuriyetçi Köylü Millet ve Millet Partileri'nin katıldığı bir koalisyon hükümeti kuruldu. Başbakan yardımcılığına, Adalet Partisi'nin çiçeği burnunda genel başkanı Süleyman Demirel getirilmişti.

        Demirel'in parti lideri olmasına rağmen hükümet kuramamasının sebebi, anayasanın başbakanlar için milletvekilliği yahut senatörlük şartı getirmesi, Süleyman Demirel'in ise o sırada henüz milletvekili seçilmemesi idi.

        İsmet Paşa'nın istifasından sonra başbakanlığa gelen Suat Hayri Ürgüplü, bu görevde sekiz ay kalacak ve Adalet Partisi'nin yapılan genel seçimlerden birinci parti olarak çıkması üzerine 27 Ekim'de başbakanlığı Süleyman Demirel'e devredecekti.

        ************************************************************

        İşte, başbakanın babasının ilân ettiği cihad fetvası

        BİZ, devlet olarak son resmî cihadı 1914'ün 14 Kasım'ında ilân etmiştik.

        Tahtta Sultan Reşad, iktidarda İttihad ve Terakki Partisi vardı. Türkiye 11 Kasım'da İngiltere, Fransa ve Rusya'ya savaş ilân etmiş, seferberliğe gitmiş ve dünya harbine katılmıştı.

        Savaş açtığımız her üç devletin bayrağı altında milyonlarca Müslüman yaşamaktaydı ve ordularında onbinlerce Müslüman asker vardı.

        Bu memleketlerin Müslüman teb'asını hükümetlerine karşı ayaklandırmanın yolları arandı ve çözüm "cihad ilânı"nda bulundu

        BEŞ AYRI FETVA

        Cihad fetvası ardarda beş ayrı fetvadan meydana geliyordu ve zamanın şeyhülislâmı olan Ürgüplü Hayri Efendi hazırlamıştı. İlk fetvada İslâm padişahının cihad ilân ettiği, bütün Müslümanlar'ın "mallarıyla ve bedenleriyle" bu cihada katılmalarının farz olduğu söyleniyordu. İkinci fetva İngiltere, Fransa ve Rusya'daki Müslümanlar'ı birleşmeye çağırıyordu. Üçüncü fetvada, cihad emrine uymayanların Allah'ın gazabına ve musibete uğrayacakları hatırlatılıyordu. Dördüncü fetva İngiliz, Fransız ve Rus ordusunda bulunan Müslüman askerlerin Osmanlı askerlerine karşı savaşmalarının haram olduğunu anlatıyordu. Son fetvada ise Müslümanlar'ın İslâm Hükümeti'ne yardım eden Almanya ve Avusturya'ya karşı savaşmaları hâlinde büyük günah işlemiş sayılacakları ihtar ediliyordu.

        KARŞI FETVA VERDİLER

        Fetva, 1914'ün 14 Kasım sabahı Fatih Camii'nin avlusunda Fetva Emîni Ali Haydar Efendi tarafından binlerce kişiye hitâben okundu. Halk gözyaşları içerisinde dua ediyor, minarelerden salâlar veriliyordu.

        Ama fetvalar hiçbir işe yaramadı ve cihadı bizim dışımızda kimseler ciddiye almadı. Müttefikler cephelerde karşımıza hem kendi birliklerini, hem de sömürgelerinden getirdikleri her renkten binlerce askeri yığdılar.

        Bütün bunların ötesinde, ilân ettiğimiz cihadın hiç mi hiç uğramadığı yer, kutsal topraklar oldu. İngilizler'in dağıttığı altınlar Arap dünyasına cihaddan daha cazip geldi; Şerif Hüseyin bize bir "karşı fetva" ile cevap verdi, o da cihad ilân etti ve başlattığı isyanla sadece Arap yarımadasını değil, onbinlerce askerimizi de geri gelmemecesine oralarda bıraktık.

        Diğer Yazılar