Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        IŞİD'in Irak'ta ele geçirip aklına estiğini astığı, canının çektiğini kestiği ve "Kırk katır mı, kırk satır mı?" misâli bol bol kan döktüğü topraklarda üstüne üstlük bir de kendi aklınca hilâfet ilân etmesinin ardından bizde de bir tartışmadır başladı: 1924'te lâğvedilmiş olan hilâfet hukuken Türkiye'de mi, değil mi? Türkiye'de ise hangi makamda yahut kurumda? Meclis'te mi, Cumhurbaşkanlığı'nda mı veya bir başka yerde mi?

        Hilâfetin aslında lâğvedilmediği ama lâğvedilmiş gibi gösterildiği ve hukuken hâlâ Türkiye'de bulunduğu şeklindeki tuhaf düşünce, bundan çok seneler önce ortaya atılmış garip bir iddiadır. İddianın sahipleri, üstelik bir başka tuhaflık daha eder ve "Hilâfet şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndedir" derler.

        Baştan aşağı hatalarla dolu ve sadece saçmalıktan ibaret olan bu iddia, ortaya atılmasının ardında yatan rejime muhalefet gayreti bir tarafa bırakılırsa, Meclis'in 1922'de ve 1924'te kabul ettiği iki ayrı kararı tek bir metin zannetmekten ve kararları bilmemekten ve şehir efsanelerinden kaynaklanır.

        İKİ AYRI METİN

        Şimdi, "Hilâfetin Meclis'te olup olmadığı", daha doğrusu "Hilâfet ile Meclis'in hiçbir alâkasının bulunmadığı" meselesini kısaca anlatayım:

        Ankara Meclisi, 1 Kasım 1922 günü kabul ettiği iki maddeden ibaret bir karar ile saltanatı kaldırdı ve altı asırdan buyana devam eden Osmanlı Devleti'nin, İstanbul'un resmen işgal edildiği 16 Mart 1920'den itibaren tarihe intikal ettiğini duyurdu.

        Saltanat kaldırılmış ama hilâfete dokunulmamıştı ve kararın ikinci maddesinde günümüzün dili ile "Hilâfet, Osmanlı Hanedanı'na aid olup halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu hanedanın ilim ve ahlâk bakımından en reşid ve en sâlih olanı seçilir. Türkiye Devleti, Hilâfet Makamı'nın dayanağıdır" deniyordu.

        Karar, o sırada tahtta bulunan ve Sultan Vahideddin'in padişahlığının sona ermesi ve sadece "Halife" olarak kalması demekti, "Devletsiz bir hilâfetin mümkün olamayacağını ve böyle bir makamı kabul edemeyeceğini" söyleyen Sultan Vahideddin 17 Kasım'da Türkiye'yi terkedince hilâfet makamı da boşalmış oldu ve Meclis ertesi gün Sultan Abdülâziz'in oğlu Abdülmecid Efendi'yi bu makama getirdi.

        KİM YAZDI DERSİNİZ?

        Ve, konunun üzerinde şimdiye kadar pek durulmamış olan bir başka önemli tarafı: Altı asırlık saltanata son veren kararın metnini, bazı çevrelerin, özellikle de Cumhuriyet'e muhalif kesimlerin senelerden buyana baştâcı ettikleri ve "Türk Tarihi'nin gölgede bırakılmış gerçek kahramanlarından" diye tanıttıkları bir kişi, Dr. Rıza Nur kaleme almıştı!

        Abdülmecid Efendi hilâfet makamında on beş buçuk ay kadar kalabildi ve 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırmış olan Meclis, 3 Kasım 1924'te kabul ettiği 431 sayılı kanunla bu defa hilâfeti de lâğvetti. Kanunun ilk maddesinde "Halife, hal' edilmiştir. Hilâfet, hükümet ve cumhuriyet mânâ ve mefhumunda esasen mündemic olduğundan, Hilâfet makamı mülgadır"; yani bugünün Türkçesi ile "Hükümetin ve cumhuriyetin anlamında ve kavramlarında hilâfet zaten vardır, dolayısı ile halife görevinden azledilmiş, hilâfet de kaldırılmıştır" deniyordu.

        "Hilâfet bizdedir, Meclis'tedir, hükümete aittir, Cumhuriyet bu makamı elinde tutmaktadır" şeklindeki iddiaların temeli, işte bu iki metni yanlış anlamaktan, birini bilip diğerini bilI memekten yahut 3 İMart 1924 tarihli kanunun 1 Kasım 1922 tarihli kararı I iptal ettiğini farkedememekten kaynaklanır. 1 Kasım kararında geçen "Türkiye Devleti, Hilâfet Makamı'nın dayanağıdır" ifadesi zamanla şehir efsanesi hâlini alıp "Hilâfet, Meclis'tedir"e dönmüş; 431 sayılı kanunun metnindeki "mündemictir" yani "içerisinde yeralmaktadır" kelimesinin "Hilâfet devlete aittir" mânâsına geldiği zannedilmiş ama bu ifadenin o sırada yürürlükte bulunan anayasadaki "Devletin dininin İslâm olduğu" hükmüne atıf olduğu düşünülmemiştir. Kaldı ki metinde geçen "Hilâfet makamı mülgadır" ifadesi zaten halifeliğin tamamen kaldırılmış olduğu mânâsına gelir; üstelik, Meclis'te kanunun oylanmasından önce yapılan görüşmelerde de bu husus açıkça ifade edilmiştir.

        HİLAFETİN ÜÇ TEMELİ

        Hilâfet, tarih boyunca uygulamada üç temele dayanmıştır: "Devlet", "kılıç" ve "bey'at"... Yani bir devletin başında bulunmak, güce sahip olmak ve "halife" unvanını Sünnî İslâm dünyasının kabul ve tasdik etmesi. Bu unsurlardan birinin mevcut olmaması hâlinde ilân edilen yeni bir hilâfet "kendin pişir, kendin ye" misâli ortaoyunundan ibaret demektir!

        Kaldı ki hem son padişah Sultan Vahideddin, hem de son Halife Abdülmecid Efendi sürgün senelerindeki bütün demeçlerinde ve yazdıklarında bunun böyle olduğunu defalarca ifade etmiş, "Hilâfetin kaldırılmadığı ve Türkiye'deki resmî bir makama ait olduğu" yolunda en ufak imada dahi bulunmamışlardır.

        Bugün bu köşede nâdir bir kitabın kapağını görüyorsunuz: Son Halife Abdülmecid Efen-di'nin 1924'te hilâfetten indirilip sürgüne gönderilmesinden hemen sonra, İsviçre'de yayınladığı ve halifeliğin lâğvına veryansın ettiği "Yeşil Kitap" isimli eserinin kapağını... "Yeşil Kitap", hilâfet makamında bulunan son kişinin halifeliği konu alan son yayınıdır ve içerisinde "Hilâfet kaldırılmamıştır, Türkiye'dedir, zamanı gelince ihya edilebilir" şeklindeki tuhaflıklardan eser yoktur!

        Yani işin aslını koskoca Halifeler değil, şimdilerde ortalığa dökülüp "Hilâfet bizdedir" diye geveleyenler biliyorlar öyle mi?

        Diğer Yazılar