Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TÜRKİYE’nin son dönem tarihinde yaşadığı en büyük doğal felâketin üzerinden tam 15 sene geçti.

        Onbinlerce cana mâlolan, milyonlara acı çektirip yaş döktüren, toplumun dengelerini altüst eden 17 Ağustos depreminden bahsediyorum...

        Deprem ânında işittiğimiz o sesi, yani yerkabuğundaki kırık parçaların birbirine sürtünmesinden çıkan menhus uğultuyu, canlarımızı kurtarabilmek için gecenin zifirî karanlığında kendimizi dışarıya atmamızı, enkazların altında yakınlarımızı aramamızı, herşeyimizin ve hattâ ailelerimizin bile bir anda yokoluşunu ve sonradan çektiğimiz azâbı maalesef çarçabuk unuttuk. Yaşanan ilk şokların ardından sıralanan tedbirler listesinin hayata geçirilmesine de on küsur sene sonra başlanabildi; ancak şimdi kör-topal şekilde ve rant hevesinin de teşviki ile birşeyler yapılmasına çalışılıyor.

        “İŞE YARAMAZ” DEDİLER

        Türkiye bir depremler memleketidir, bu toprakların tarihinde asırlardan buyana benzer âfetler ve hattâ daha da büyükleri kayıtlıdır ve bu kayıtlar her 250 senede bir mutlaka gelen bir depremin Marmara Bölgesi’ni altüst edeceğini apaçık gösterir.

        1999 felâketinden sonra gerektiği şekilde olmasa bile başlatılan teknik araştırmaların ve binaları depreme dayanıklı hâle getirme çabalarının yanında yapılması gereken bir başka iş daha vardı: Deprem uzmanları ile tarihçilerin biraraya gelerek bu 250 senelik periyodda en fazla tahribatın nerelerde yaşandığını, yani ortalığı eski asırlarda birbirine katan fayların yerlerini ortaya çıkarmaları ve bu bilgilerden yeni çalışmalarda da istifade edilmesi...

        Ama, bizde vârolan berbat bir gelenek, ayrı bilim dallarının bir türlü biraraya gelememeleri ve birlikte çalışmaya karar vermiş olsalar dahi başkaları tarafından engellenmeleri kuralı bu işte de hemen devreye girdi ve jeologlar ile tarihçilerin aynı masanın etrafında toplanmalarına mâni olundu.

        Engellemelere bir örnek vereyim: Memleketin önde gelen bazı Osmanlı tarihçileri eski kroniklerden ve arşiv kayıtlarından istifade ederek Türkiye’deki, özellikle de Marmara çevresindeki depremlerin tarihini yazabilmek ve elde edecekleri bilgileri jeologlarla paylaşmak için bir proje hazırladılar. Çalışmalara başlanabilmesi için cüz’i miktarda maddî desteğe ihtiyaç vardı, projeyi bu maksatla zamanın TÜBİ- TAK’ına sundular ve kendilerine “Haydi, gelip başlayın” haberini beklerken TÜBİ- TAK projeyi “Bir işe yaramaz” gerekçesi ile reddetti!

        BU RESME İYİ BAKIN!

        Farklı iki bilim dalına mensup uzmanların, yani tarihçiler ile jeologların beraberce çalışmaları neticesinde ortaya bir şey çıkmayacağı düşünülmüş ve şaka falan değil, reddin gerekçesinde açıkça “Bir işe yaramaz” ifadesi kullanılmıştı.

        önde gelen uzmanının, Prof. Celâl Şengör’ün çektirdiği bir fotoğrafı yayınlıyorum...

        Fotoğraf, Prof. Şengör’ün bundan birkaç sene önce Marmara’nın yüzlerce metre altında yaptığı araştırmalar sırasında çekilmiştir ve görünen kabarcıklar, denizin dibindeki yırtıklardan, yani faylardan sızan gazlardır.

        Sonuncusunu bundan 15 sene önce yaşadığımız ama çoğumuzun hemen unutuvermiş olduğu büyük felâketin benzeri, hattâ daha da büyüğü, yani Marmara’yı her 250 senede bir altüst eden âfetin son periyodu maalesef çok yakında işte bu gazların çıktığı yerden gelecek!

        Diğer Yazılar