Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SENELERDEN buyana tartışılan zorunlu din eğitimi meselesi nihayet Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitti ve mahkeme Türkiye’nin bu uygulama ile İnsan Hakları Sözleşmesi’nin eğitim ile ilgili maddesini ihlâl ettiğine karar verdi.

        12 Eylül sonrasında başlayan bu mecburi ders, “din kültürü” veya “ahlâk bilgisi” de desek, daha başka isimler de taksak, aslında din dersidir.

        Din eğitimine karşı değilim, aksine dinî bahislerin okullarda iyi bir şekilde öğretilmesine taraftarım ama bu iş düzgün şekilde yapılacaksa... Yani, çocuklara sıraların ve masaların üzerinde namaz provaları yaptırmak yahut Alevî öğrencilere mensubu olmadıkları bir mezhebi dayatmak ve dinî eğitimin zoraki bir “Sünnîleştirme” vasıtası hâline getirilmemesi şartı ile...

        Nereden nereye! 12 Eylül yönetiminin referanduma götürdüğü 1982 Anayasası’na verilecek kabul oylarının arttırmak maksadıyla bazı çevrelere göz kırparak uygulamaya koyduğu mecburi din eğitimi, şimdi uluslararası mahkemelerde dâvâ konusu oluyor ve mahkûm ediliyoruz... Hem de bazı okullarında koyu bir Katolik tedrisatı uygulayan memleketlerden gelen hâkimler tarafından...

        DÖRT KÖŞEDE DÖRT MEZHEP

        Otuz küsur sene önce, Kahire’deki Ezher Medresesi’nin Şer’iye Mahkemesi’nde beni hayli şaşırtan bir hadiseye şahit olmuştum:

        Mahkeme kare şeklindeki ama devâsâ geniş taş bir salonda idi ve bir değil dört kadı vardı. Her köşede bir mezhebin kadısı, yani Hanefî, Hanbelî, Mâlikî ve Şafiî kadıları oturuyordu...

        Mısır’ın şer’iye mahkemeleri daha ziyade medenî hukuk ve özellikle de evlilik ile alâkalı dâvalara bakıyorlardı. Duruşmalar açıktı ve sıradakiler yahut dinleyiciler muhakemeyi takip edebilirlerdi... Bana mezhep kadılarına sadece ihtilâflı tarafların değil, hukukî meseleler hakkında fetva almak isteyenlerin de müracaat edebildikleri ve hattâ işledikleri günahın kefaretini öğrenebilmek için gidenlerin olduğunu da anlatmışlardı...

        Yani, mahkemeler İslâmiyet’te yeri bulunmayan günah çıkartma heveslilerine de açıktı...

        Hiç unutmam, o sabah Ezher Şeyhi Gaddülhak Ali Gaddülhak ile mülâkat için randevum vardı... Röportajı bitirdikten sonra bir-iki dâva dinlemek için mahkeme salonuna gitmiştim.

        Salonun girişe en yakın tarafında Hanbelî kadısı oturmuştu, ben de kadı efendinin kürsüsünün biraz ilerisinde, konuşmaları işitebileceğim bir yerde zemine çöktüm ve dâvâlara kulak vermeye çalıştım...

        Kadı efendi, serî şekilde karar veriyordu. Beş-on dakika içerisinde önce boşanma ile ilgili tazminat meselesini halletti, sonra bir arazi anlaşmazlığını karara bağladı, arkasından senet yahut kefalet gibisinden bir konu hakkında karar verdi ve sırada bekleyen kadını “Faddali!”, yani “Buyurunuz!” diye çağırdı.

        Meselenin ayrıntısını tam olarak unutmuşum ama kadının evli olduğunu, yapmaması gereken bir iş ettiğini, nedamet getirdiğini ve kadı efendiden akıl almak için geldiğini hatırlıyorum. Meseleyi anlatıp bundan sonra ne yapması gerektiğini soruyordu.

        ORADA KALAN MİRASIMIZ

        Kadı efendi dikkatle dinledi, kafasını sık sık arkadan öne doğru salladı, kadın anlatacaklarını bitirip susunca yarım dakika kadar sükût etti ve müşfik bir sesle “Bak, hanım” dedi. “Sorduğun meselenin hükmü, bende ağırdır. Sen gerçi Hanbelîsin ama Hanefîlerin bu mevzudaki hükümleri daha hafiftir. Şu ilerideki Hanefî kadısına git, fetvayı ondan iste!”.

        Yani, kadını zorluk çekmemesi için mensubu olmadığı mezhebin kadısına gönderdi!

        Kadı efendinin tavsiyesinin “telfik”e mi yoksa “intikal”e mi girdiğinin kararını vermek benim değil, fıkıh erbâbının işidir; ben sadece şahit olduğum bir hadiseyi naklediyorum...

        Kahire’deki Şer’iye Mahkemesi’nde dört kadı bulunması kuralının nereden kaynaklandığını merak edenler olabilir, söyleyeyim: Bu uygulama, Mısır’ın Osmanlı hâkimiyeti altındaki senelerine kadar uzanır!

        Asırlar önceki imparatorluk devrinde binlerce kilometre ötede bile böyle kolaylıklar ve çözümler getiren Türkiye’nin, Cumhuriyet ile beraber dinî konularda da ceberrutlaşmasının sebebi ne ola ki?

        Diğer Yazılar