Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAYRAMLAR bende nedense bir burukluk yaratmaya başladı. Adı üstünde “bayram”. Neşelenmeli, kutlamalı, mutlu olmalı... Ancak belki de arkasında bıraktığı hayat büyüdükçe böyle oluyor insan. Geçmiş mutlulukları düşünürken hüzünleniyor. Bu günden mutlu olmadığı için değil, o başka bir şey... Sebep, geçmişin geçtiğini böyle günlerde apaçık idrak etmek. Halbuki ne tuhaf değil mi? Mutluluğu hatırlarken hüzünlenmek...

        Bizim çocukluğumuzun bayramları ikiye ayrılırdı: Annemin ailesiyle geçirdiğimiz bayramlar ve babamın ailesiyle geçirdiğimiz bayramlar. Bunlar birbirinden epey farklıydı. Baba tarafım çok kalabalıktı bir kere. Kayseri’de amcalar, halalar, yaklaşık 20 kuzen... Rahmetli dedemin evinde sabah erkenden toplanırdık ve kardeşimle aynı model ama farklı renk bayramlık elbiselerimizi giymiş olurduk. Sonra bayramlaşma kısmı başlardı. Öyle büyük eğlenceydi ki biz çocuklar için. Her öptüğümüz elden sonra ya harçlık ya çikolata...

        Sonra kurban eti gelir, kavrulur ve sofra kurulurdu. Upuzun, keteli, katmerli çok bereketli sofralar hatırlıyorum. CHP’li, laik bir aileydik, öte yandan rahmetli dedem hacıydı ve Kayseri’nin bütün geleneksel değerleri ve alışkanlıkları aynen uygulanırdı. Şayet bayram yaza denk geldiyse hep birlikte bağ evlerine gidilir, kurban orada ayıklanır, temizlenir, dağıtılırdı. Halamın bağının bahçesinde elinde dev bir dikiş iğnesi ile mumbar dolması diktiğini hatırlarım mesela... Kâbuslarıma giren bir görüntüydü. Ah şimdi dönebilsem o ana...

        Sonra bir de annemin ailesiyle geçirdiğimiz bayramlar vardı ve onlar yukarıda anlattıklarımdan çok farklıydı. Annem Bandırma’da doğmuş ama İstanbul’da büyümüş. Öyle kalabalık bir aile değil. İki kız kardeşler. Anneannemler de teyzemler de biz de Yeşilköy’de otururduk. Bayram sabahları anneanneme gittiğimizde (daha geç gidilirdi) büyük bir kahvaltı masası hazırlanmış olurdu, ama o sofrada kurban eti olmazdı. Klasik peynirli, zeytinli, genişletilmiş, bugünkü brunch’lar tadında kahvaltı ederdik. Bayramlaştıktan sonra anneannem kendi yaptığı vişne likörü ile çikolata ikram ederdi büyüklere. Biz çocuklara ise vişne suyu. Sonra babam kurban kestirmeye giderdi.

        Şimdi böyle bayramları Ela ve Yasemin de yaşasın istiyorum. Maalesef artık babam yok, dedelerim, anneannem, 3 amcam ve eniştem de aramızdan ayrıldı. O günlerin tatlı hatıraları bende ama hatıra da olduğu gibi geçmiyor ki bir sonraki kuşağa. En iyisi elde olanla ilerisi için yeni hatıralar yaratmak. Size de öyle yapmanızı tavsiye ederim. Bayramları, gelecekte hatırlaması sizi hüzünlendirecek kadar güzel yaşamaya bakın...

        **************

        ÇOK İLGİNÇ BİR KIBRIS VE TÜRKİYE HİKÂYESİ

        BÜYÜK romancılarımızdan rahmetli Kemal Tahir’in “Osmanlı’da oyun bitmez” sözü meşhurdur. Türk devletinin çeşitli koridorlarında yaşanan oyunları görünce bu sözü sık sık hatırlıyorum. Hatta bu oyunlar anavatandan yavru vatana da sıçrayabiliyor.

        Bundan 1.5 ay önce Kıbrıs Müftüsü Prof. Dr. Talip Atalay, Türkiye’de olduğu bir sırada FETÖ’den gözaltına alındı. Bu durum FETÖ ile mücadelede öncü olan bazı devlet kurumlarını çok şaşırttı; çünkü Kıbrıs Müftüsü FETÖ ile son 4 yıldır kuvvetli mücadele etmekle ve Türk devletiyle tam uyum içinde olmakla tanınıyordu. 15 Temmuz gecesi de Kıbrıs’ta ilk tepki veren ve tavır koyan insanlardan biriydi. Kısacası, FETÖ düşmanı bir isim, FETÖ’den alınmak isteniyordu.

        Sonradan anlaşıldı ki bu operasyonun arkasında Dışişleri içinden bir diplomat var. Bu diplomat, Atalay’ın tutuklanmasını istemiş ve bu gözaltı olmuş... Bunun üzerine Ankara’nın en üst düzeyden doğru bilgilendirme yapmasıyla yanlış engellendi. Zaten içi boş olan dosyaya takipsizlik kararı verildi ve Kıbrıs Müftüsü görevine döndü.

        YANLIŞ ENFORMASYON NEREDEN GELDİ?

        Dışişleri’nden bazı diplomatlar ise bu “yanlış enformasyon” konusunda Türk Diyaneti’ne topu atıyordu. Söylediklerine göre bu “bilgi”, Diyanet içinden kendilerine gelmişti. Anlaşılan Diyanet’te birileri mevki, makam ya da başka şahsi hesaplar uğruna kendilerini “istihbarat kurumları”nın yerine koymaya ve yavru vatan da olsa başka bir ülkede operasyon yapmaya kalkışmıştı.

        Geçtiğimiz aylarda Diyanet’te kopan fırtınanın sebeplerinden biri de bu Kıbrıs olayıdır. O gün ben bunu Habertürk TV’de de belirtmiştim. Kıbrıs Müftüsü Talip Atalay bir KKTC yurttaşı, kanunen KKTC Cumhurbaşkanı’na bağlı ve Atalay’ı görevden alma yetkisi sadece Sayın Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’ya ait. Akıncı, meşru seçilmiş bir lider. Başka hiç kimsenin böyle bir yetkisi yok. Kumpas yoluyla, uzaktan kumandayla bir KKTC yetkilisini fiilen görevinden aldırtma operasyonu hem bir hukuksuzluk hem de diplomatik bir skandal. FETÖ’nün geçmişteki kumpaslarını akla getiren bir plan bu... Neyse ki “devlet aklı” devreye girdi ve bu tuhaflık engellendi.

        Talip Atalay

        Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve Müftü Talip Atalay’ın her icraatını ya da görüşünü beğenmek zorunda değilsiniz ama bu durum hiçbir bürokrata Akıncı ve Atalay üzerinde vesayet kurma hakkını vermez. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de zaten böyle bir şeye izin vermez ve nitekim vermedi.

        Sonuç olarak Türkiye ve Kıbrıs aynı bütünün iki parçası ama iki ayrı ülke. Çeşitli şahsi hesaplarla bu tür uzaktan kumandalı tezgâhlar kabul edilebilir değil. Hele Diyanet’e böyle şeyler asla yakışmaz. Saygın bir isim olan Ekrem Keleş’i de bu yanlışlıkların rahatsız ettiğini düşünüyorum.

        Kıbrıs’taki Büyükelçimiz Derya Kanbay’ın ve Büyükelçilik Müsteşarımız Mehmet Apak’ın hassasiyetle ve özenle bu konuya yaklaşacaklarına inancım tam. Demokratik teamüller ve hukukun esasları tek yolumuz olmalı...

        Diğer Yazılar