Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ESKİ başbakanlardan Mesut Yılmaz’ın oğlu Yavuz Yılmaz’ın ölüm haberini cumartesi sabahı koşarken aldım. Mesajı görünce yerimde tuhaf bir şekilde çakılıp kalmış olmalıyım. Yanımdan geçenler durup, “Ne oluyor?” diye sorma ihtiyacı hissettiler.

        Hayır, hayır, Yavuz Yılmaz ile hiç tanışmadım, Mesut Bey’i çok yakından olmasa da tanırım. Benim gözümde eski başbakan olduğu kadar bir “İstanbul Erkek’li”dir de aynı zamanda. Ama cumartesi sabahı beni beynimden vurulmuşa çeviren aramızdaki hukuk değildi. İki şeydi: Birincisi dünyadaki en büyük acı olan evlat acısını nasıl yükleneceklerini düşünmem, ikincisi çok acı bir şekilde bir başbakanın oğlunun bu şekilde ölümünün ilk olmadığını fark etmem...

        Aklıma hemen Celal Bayar ve Adnan Menderes geldi. Neden mi? Çünkü Bayar’ın da Menderes’in de oğlu intihar etmişti. Celal Bayar’ın oğlu Refii Bayar 1940 yılında Bayar’ın başbakanlığı sırasında ünlü siyasetçiyi yıpratmak için açılan Denizbank soruşturması sırasında yaşamına son verdi. Soruşturma onun sahibi olduğu bir şirkete uzanıyordu (daha sonra hiçbir şey çıkmadı bu soruşturmadan-NA) Bu ölümün üzeri örtüldü, sağlık sorunları sebep gösterildi. Mesut Bey gibi çok büyük bir acı yaşadı Celal Bayar. Tabii henüz ileride yaşayacağı acıları da bilmiyordu. 27 Mayıs’ta darbeciler tarafından indirileceğini, başbakanının ve bakanlarının idam edileceğini, cezaevinde türlü hakaretlere maruz kalıp intihar girişiminde bulunacağını...

        Şu kadere bakın ki yalnızca Celal Bayar değil, darbeci katiller tarafından idam edilen Adnan Menderes’in oğlu Yüksel Menderes de 1972’de intihar etti. Başucunda bir not bırakarak üstelik. Şöyle diyordu o notta Yüksel Menderes: “Hayatta kaderin bütün cilveleri beni buldu. Kötü hadiseler karşısında daha fazla tahammül gösteremeyeceğim. Artık yaşama gücümü kaybettim. Babamdan daha kötü gidiyorum.”

        Maalesef bu ülke siyasetçilerine tarifsiz üzüntüler yaşattı. Ama en az onlar kadar aileleri de acı çekti, çok zor hayatlar sürdüler. Yavuz Yılmaz’ın ölüm sebebini henüz tam olarak bilmiyoruz ama emin olun siyasetin getirdiği sıkıntının bir çocuğa yüklediği ağırlık da vardır bir yerinde... Allah rahmet eylesin, Allah anne ve babasına dayanma kuvveti versin...

        *************

        BERAT ALBAYRAK’A VE FETÖ OLAYINA DAİR BİR TANIKLIK

        BİLİYORSUNUZ CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın Gülen okullarından mezun olduğunu TBMM gündemine taşıdı ve Albayrak’a FETÖ ile yakınlık ithamında bulundu. Enerji Bakanı da bu iddiaya “Evet, o okulda okudum ama hiçbir zaman ben aklımı kiraya vermedim” diye cevap verdi.

        Bu olay vesilesiyle ben de konuyla ilgili bir tanıklığımı aktarmak isterim. Hem Berat Albayrak’ı hem de Berat Bey’in 5 yaş büyük ağabeyi Sabah-ATV Medya Grup Başkanı Serhat Albayrak’ı 2011’den beri tanırım. Albayrak kardeşler, 7 Şubat 2012 krizinden önce de Gülenistlerin tıpkı eski rejimdeki TSK gibi yeni bir vesayetçi odak olma ihtimali üzerinde çok duran iki insandı. AK Parti cenahında o zaman bu analizleri yapan pek yoktu. Bırakın 2012 Şubat’ını, bugün tam 4. yılı dolan 17-25 Aralık darbe teşebbüsünde bile Erdoğan’ı en güvendiği isimler yalnız bırakmıştı.

        Hiç unutmuyorum, 2011’in Eylül ayında Serhat Bey’in odasında o zaman bir holdingin CEO’su olan Berat Albayrak, bana ve Rasim’e Gülenistlerin askeri vesayetten sonra yeni tehdit olabilme ihtimalini somut örneklerle uzun uzun anlatmıştı. Yani o okulda tahsil görmeleri bilakis Gülenizmin amaçlarını daha isabetli analiz etmelerini sağlıyordu. İtiraf edeyim o dönem ben bu analizleri abartılı bulmuş ve duyduklarıma şaşırmıştım. Ama Serhat ve Berat Albayrak’ın tespitlerinin haklı olduğu zaman içinde herkes tarafından anlaşıldı. Kısacası Berat Albayrak CHP’nin iddiasının aksine, FETÖ konusundaki en duyarlı ve en çetin mücadele vermiş insanlardan biridir.

        2011’DE NEDEN SAVAŞ AÇILMADI?

        Şimdi bunları söyleyince Erdoğan muhalifleri “E o zaman niye 2011’de Gülen’e savaş açılmadı?” gibi sorular soracak. Kimse kusura bakmasın, 27 Mayıs’ta başbakan idam etmiş askeri vesayet rejimi dimdik ayakta dururken elbette Erdoğan, “Askeri vesayeti bırakalım, Gülenistlere bakalım” diyemezdi. Ayrıca 2011-12’de Gülen’e savaş açılsaydı AK Parti tavanında ve tabanında hiç kimse ikna olmazdı.

        Elbette önce 27 Mayıs kalıntısı rejim bitirildi sonra Gülenistlerle soğuk savaş başladı ve 17 Aralık 2013 saldırısıyla beraber fiili savaşa geçildi.

        4 sene önce bugünlerde başlayan FETÖ ile savaş sırasında çoğu AK Partili de maalesef korktu ve geri çekildi. Birçok Gülen-karşıtı bilinen solcu hatta Kemalist kimi isim ise o süreçte FETÖ’yü desteklediler. Çünkü bu örgütün Erdoğan’ı darbeyle devirip ailesiyle beraber hapse tıkılmasını onlar da istiyorlardı. Maalesef gerçek manzara budur.

        *************

        O SAPIK SERBEST KALDIKÇA HİÇBİRİMİZ GÜVENDE DEĞİLİZ

        ANTALYA’nın Muratpaşa İlçesi’nde gece sokakta telefonla konuşan bir kadına yaklaşıp onu açıkça taciz eden, sarılmaya kalkan bir sapık kameralara takıldı. Bütün Türkiye bu manzarayı izledi. Kadın telefonla konuştuğu kişiye maruz kaldığı tacizi anlatıyor, bir yandan da sapıktan kurtulmaya çalışıyor ama adam pervasız, adam cesur!

        Neden cesur olduğunu çıktığı mahkemede serbest kalınca anladık. Böyle apaçık bir cinsel taciz faili nasıl olur da serbest bırakılır? Bu kararın arkasında gece karanlıkta tek başına yürüyen bir kadının tacizi hak ettiği anlayışı yoksa ne var? O tacizciyi serbest bırakan zihniyet hâkim olduğu sürece hiçbirimiz güvende değiliz!

        Diğer Yazılar