Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜN, 28 Şubat davasının duruşma savcısı mütalaa verdi ve 60 kişiye ağırlaştırılmış müebbet istedi. Ben, 28 Şubat’ın, sivil hükümeti gayrimeşru yolla devirmek için planlanmış bir askeri darbe süreci olduğu konusunda onlarca yazı yazmış, darbecilerin yargılanması gerektiğine dair çok sayıda TV programı yapmış bir gazeteciyim. Fakat bu davaya dair temel bir problem kafamı kurcalıyor...

        Davanın iddianamesini yazan Savcı Mustafa Bilgili şu an FETÖ mensubu olduğu gerekçesiyle tutuklu. Yani haklı bir yargılama olması gereken davanın en baştan böyle bir sakat zemini var. Bu davayı da maalesef FETÖ açtı. Ayrıca FETÖ’cü savcının yazdığı iddianameye baktığınızda delilleri açıklayan kısmında aynen şöyle yazıyor: “Ergenekon ve Balyoz adlı soruşturmalarda soruşturma dosyamızla ilgili olan belgeler de delil olarak kabul edilmiştir.”

        HANİ ERGENEKON VE BALYOZ ÇÖKMÜŞTÜ?

        E hani Ergenekon ve Balyoz çökmüştü? Deliller kumpastı? O iki davada usulsüz bulunan delillerle mi 28 Şubat yargılanacak? Şimdi bu çerçevede baktığımızda bu 28 Şubat davasının da usul yönünden çökme ihtimali kuvvetli görünüyor. Maalesef FETÖ yüzünden bir dava daha heba ediliyor.

        28 Şubat mağdurları haklı olarak darbecilerin bir an önce cezalandırılmasını istiyorlar ama hukuka uygun olarak yapılmış yeni bir soruşturma ile adil bir yargılama olsa ve cezalar o şekilde verilse daha güzel değil mi? FETÖ’nün örgütsel çıkarlarına göre yaptığı ve yine muhtemelen içinde birçok haksızlığın olduğu mevcut 28 Şubat iddianamesiyle hükmetmek ve buna göre cezalar vermek adalete uygun mu? Bunu tüm 28 Şubat mağdurlarına ve tüm dindar yurttaşlarımıza sormak istiyorum. Hangisi daha adil?

        HEP UNUTULAN TEMEL İLKE

        Elbette şunun farkındayım: 28 Şubat’ı desteklemiş laik kesimde de hâlâ hukukun temel ilkesi olan “Usul esastan üstündür” düşüncesi oturmadı. İşte en son 17-25 Aralık konusunda bu kesim ABD’deki davanın gazıyla yine usulsüzlük talep etti. Hukuksuz toplanmış delillerle de olsa bazı bakanların tutuklanmasını istedi.

        Şimdi de muhtemelen 28 Şubat’ın gazabına uğramış dindarlar, usulsüz toplanmış delillerle de olsa 28 Şubatçıların tutuklanmasını isteyecekler. Halbuki bir davanın esasında yolsuzluk da darbecilik de gerçekten var olabilir ama o esasa ilişkin kanıtlar hukuka aykırı toplanmışsa o dava hukuken çöker...

        80 milyonluk bir ülkeyiz. Bu ülkede “Usul esastan üstündür” ilkesine sadık kaç kişi var bilmiyorum, ama bu kör dövüşü böyle giderse Türkiye olarak hepimiz kaybedeceğiz. Bunu biliyorum.

        *************

        HÜSEYİN ÇAPKIN’I MEHMET AĞAR MI TAHLİYE ETTİRDİ?

        ÇARŞAMBA günü İstanbul eski Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın, tutuklu yargılandığı FETÖ’nün mülkiye yapılanmasına yönelik davada ev hapsi şartıyla tahliye edildi. Duruşmadaki en dikkat çekici gelişme, eski İçişleri ve Adalet Bakanı Mehmet Ağar’ın Çapkın lehine yaptığı tanıklıktı. Peki nasıl oldu da Ağar tanık koltuğuna ve neden şimdi oturdu? O duruşmada neler yaşandı? Savcının tahliye talebine mahkeme başkanı nasıl yaklaştı? Bu soruların cevaplarının peşine düştüm ve hem Mehmet Ağar’la hem de Ağar’ı tanık olarak çağıran Çapkın’ın avukatı Fahrettin Karagöz’le konuştum.

        ANİDEN GELEN TELEFON

        Mehmet Ağar’ın tanık olması fikri neden ve nasıl doğmuş? İddianamede Hüseyin Çapkın’ın bulunduğu makamlara FETÖ tarafından getirildiği ithamı vardı. Bu iddiayı çürütmek için savunma, atamalarda imzası bulunanlara bu atamalar yapılırken imzası olanlar dışında başka birinin ya da birilerinin yönlendirmesi veya dahli var mı diye sormak için bir tanık listesi hazırlamış ve mahkemeye iletmiş. Ancak mahkeme “Biz onay verdikçe listeden çağırın, insanları boşu boşuna getirmeyin” demiş.

        Duruşmanın görüldüğü pazartesi günü o tanık listesine sıra geleceği düşünülmüyormuş, zira diğer sanıklar için gelen 5 tanık dinlenecekmiş. Ancak bu tanıkların ifadeleri 10 dakika içinde bitince mahkeme heyeti “Hani sizin tanıklar?” diye Çapkın’ın avukatına dönmüş. Bunun üzerine apar topar isim listesinin başında yer alan Mehmet Ağar aranmış. Ağar tam o sırada Mesut Yılmaz’ın oğlunun cenazesindeymiş. Cenazeden çıkar çıkmaz da mahkemeye gitmiş.

        BİR KRİTİK İFADE DAHA VAR

        Kararda Ağar’ın tanıklığının etkisinin çok büyük olduğu açık. Ancak bunu kefalet gibi göstermenin hukuka gölge düşürdüğü kanaatindeyim. Bir de FETÖ itirafçısı polis Yunus Dolar’ın tanıklığı var. Dolar itiraflarında 17 Aralık kumpasıyla ilgili dönemin başta KOM ve istihbarat müdürleri olmak üzere birçok polisin operasyondan önce günlerce toplantı yapıp Çapkın’ı operasyona nasıl ikna edeceklerini, çünkü Çapkın’ın bilgisi olursa böyle bir operasyona muhakkak karşı çıkacağını konuştuklarını aktardı.

        Ağar cephesine gelince... İçişleri Bakanlığı döneminden tanıdığı Çapkın’la ilgili ifade vermek için tereddütsüz mahkemeye gitmiş Ağar. Ama bir yandan da kendisiyle konuştuğumda şunun altını çizdi: “Hüseyin Çapkın böyle bir ihanet şebekesinin parçası olamaz, ama bu hatasız olduğu anlamına gelmiyor. Ben bu büyük hatasını kendisine de söyledim. Kendi teşkilatına hâkim değildi, altında neler yaşandığını bilmiyordu. Çapkın’dan habersiz 1.5 sene hukuka aykırı dinleme yapılmıştı. FETÖ her yeri sarmıştı. Bu, bir emniyet müdürü için elbette büyük bir gaflettir. Atama yetkisinin merkezde değil, kendinde olması, her şeyden haberdar olması gerekirdi.”

        Diğer Yazılar