Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Korona salgınının başından beri diğer ülkelerin aksine rutini bozmayan, okulları kapatmayan, barları, lokantaları açık tutan İsveç’te ne oldu biliyor musunuz?

        Çok büyük bir tartışma ve önü alınması zor bir öfke başladı. Bu sakin, hayat standardı çok yüksek ve zengin ülke şimdi kaynıyor!

        ‘Sürü bağışıklığı’ teorisini hayata geçirme stratejisini tavsiye eden İsveç Halk Sağlığı Kurumu hedef tahtasında. İsveç’in önemli virologlarının tümü hükümeti strateji değiştirmeye ve ipleri kendi eline almaya çağırıyor.

        Dünyanın en gelişmiş kabul edilen ülkelerinden biri olan İsveç’teki huzurevlerinde insanlar patır patır ölmeye başladı. Böyle bir salgında huzurevlerinde çalışan sağlık görevlileri ne eldiven ne maske kullanıyorlar!

        İsveç Sağlık Bakanlığı 2 koşulda bu merkezlerde çalışanların maske ve eldiven takması tavsiyesinde bulunmuş: Ya muhatap olduğunuz yaşlıda semptom görürseniz kendinizi korumak için ya da kendinizde semptom görürseniz karşınızdaki yaşlıyı korumak için.

        Sevgili okurlar İsveç korona ile ilgili neredeyse hiçbir yasak kararı almadı, uyarı olarak yalnızca “65 değil 70 yaş üstü gerekmedikçe evden çıkmasın” dedi. Bir de lokantalardaki ve barlardaki oturma düzeni daha mesafeli hale getirildi.

        Ülkede huzur ve bakımevlerindeki kişilerin yaş ortalaması 75. Yani bu evlerde görevli sağlık çalışanları ortalama 75 yaşındaki insanların yanına hiçbir koruma olmadan giriyorlar!

        Daha da acı olan bu bakım merkezlerine orada kalanların aile veya yakınlarının gelmesinin yasaklanmış olması. Yani çalışanlar hiçbir tedbir almadan gelip, yaşlıları enfekte edebilirlerken yakınları olanları uzaktan izlemek zorunda!

        Bunlar dünyadaki en güçlü sosyal devletlerden biri kabul edilen İsveç’te oluyor. Maske yok, eldiven yok, hatta Guardian’da okuduğum detaylı bir makaleden öğrendiğime göre el dezenfektanı bile yok!

        ÖZGÜVENİMİZ HÂLÂ EKSİK

        Bu olanlara bakıp halimize şükretmeliyiz.

        Türkiye bazı konularda inanılmaz bir şekilde ilerlemeyi başardı. Bence mesele özgüvenimizi bu gelişmeye paralel bir şekilde geliştirememiş olmamız. Hâlâ kendimizi sağlık ve altyapı konularında Batı’dan geri görüyoruz.

        Halbuki standart olarak gözümüzde büyüttüğümüz birçok ülkeden çok ileri gitmişiz.

        Ancak bir yandan da bu krizde Türkiye’nin gösterdiği performansa bakıp bir gerçeği fark ediyor ve çok üzülüyorum: Demokrasi ve hukuku da sağlık alanındaki gelişmeye paralel bir şekilde geliştirebilseydik bugün dünyanın yükselen yıldızı olurduk.

        Bunu başaramadığımız için olduğumuz yerde bir ileri bir geri gidip duruyoruz…

        Artık hiç şikayet etmeyeceğim şeyler

        Dün öğleden sonra basın mensubu olmanın imtiyazını kullanarak İstiklal Caddesi’ne çıktım. Galatasaray’da ara sokaklarda yürüdüm, pazar günleri kalabalıktan adım atılmayan Tünel’den geçtim.

        İnsanın kendi nefesi hariç hiçbir şey duymadığı keskin bir sessizlik vardı İstanbul’un kalbinde.

        Bu boşluktan ürktüm.

        Caddenin keyfini kediler ve köpekler çıkarıyordu. Bir de kuşlar.

        Taksim’in göbeğinde kuş cıvıltıları dışında hiç ses yoktu…

        Bir film setinde gezer gibi İstiklal’de yürürken gürültünün ve keşmekeşin bile ne kadar da özlenebilecek şeyler olduğunu fark ettim.

        Şu korona günleri bir geçsin, daha önce şikayet ettiğim ne varsa kucaklayacağım, en kalabalık mekanların en işlek saatlerinde kendimi insan denizinin ortasına atacağım…

        Hayattaki en büyük acıyı dahi hissedemeyen yaratıklar

        İçim kaldırmadı, hiçbirine bakamadım. Ama duydum. Ebru Şallı’nın oğlunu kaybetmesinin üzerine bile hunharca yorumlar yazabilen yaratıklar varmış bu ülkede.

        Cuma günü haberi duyduğumdan beri aklımdan çıkmıyor. Hiç görmediğim bir çocuk için durup durup ağlıyorum. Mezar taşına bakıp kahroluyorum.

        Hayatta bir insanın çocuğunu kaybetmesinden daha büyük bir acı olamaz. Hele bir de o çocuk minicikse… Ah, nasıl dayanılır ki böyle bir trajediye… Yazarken bile zorlanıyorum.

        Ama bırakın acıyı hissetmeyi, o acıyı hiçe sayan, çocuğunu kaybetmiş bir anne hakkında mide bulandırıcı yorum yapan insanlar var ve buralarda bir yerlerde yaşıyorlar.

        Böyle bir acımasızlığa ve gaddarlığa, bu gaddarlığın her geçen gün daha fazla yeşerdiği sosyal medya ortamına isyan ediyorum! Maskesinin arkasına gizlenip içlerindeki pislikleri akıtan yaratıkları bloklayın, reddedin, yok sayın!

        Diğer Yazılar