Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bundan 5 hafta önceydi. Yağmurlu bir akşamüzeri. Bebek’te sözleştiğimiz kafenin kapısından girdim.

        Prof. Dr. Ayşe Buğra ile burada buluşacağım.

        Boğaziçi Üniversitesi yıllarından tanıdığım bir hoca…

        Kimi fikirlerine katılmasam da entelektüel duruşuna çok kıymet verdiğim, saygın bir akademisyen benim için Ayşe Buğra.

        Ben liberal-demokrat çizgide bir yazarım. Ayşe Hoca ise liberalizmin muhalifi, solcu bir iktisatçı oldu tüm akademik yaşamı boyunca.

        Babası da benim geç de olsa eserleriyle tanıştığım çok kıymetli bir edebiyatçı. Su gibi akan romanların yazarı.

        Aynı zamanda soğuk savaş döneminin koyu anti-komünist ve milliyetçi-sağcı polemikçisi Tarık Buğra.

        Türkiye’nin biyografi alanında tartışmasız bir numaralı kalemi Beşir Ayvazoğlu’nun ‘Tarık Buğra’ isimli eserini okumanızı tavsiye ederim. Büyük zorluklar ve imkansızlıklar içinde bir hayat Tarık Buğra’nın hayatı.

        Ayşe Buğra’nın annesi Jale Baysal ise merhum Türkan Saylan’ın hayattaki en yakın dostlarından. ÇYDD’yi beraber kuruyorlar. İnanmış bir Sol-Kemalist aydın Jale Hanım. 1968’de yani Ayşe Hanım daha 17 yaşındayken Tarık ve Jale çifti ayrılıyorlar.

        Ayşe Buğra ne annesinin ne babasının siyasal görüşünü benimsemiyor.

        Büyüdüğü yıllarda ne Kemalist ulusalcılık ne muhafazakar milliyetçilik Buğra’yı ikna edemiyor.

        REKLAM

        Ayşe Buğra ile buluştuğumuz o akşamüzeri çok sayıda soru kafamı kemiriyor. Acaba eşi Osman Kavala ile babası Tarık Buğra arasındaki hukuk nasıldı?

        Zaman zaman sohbet ederler miydi? Tartışırlar mıydı? Osman Kavala’nın sponsor olduğu İletişim Yayınları ve Birikim dergisi camiasına nasıl bakardı Tarık Buğra?

        TAM YAZIYA OTURMUŞTUM Kİ...

        Öte yandan o mekanda Ayşe Hoca’yı beklerken içimde ciddi bir sancı hissettiğimi, eşi Osman Kavala’nın yaşadığı mağduriyetin mahcubiyetini ve utancını içimde duyduğumu itiraf etmem gerekir.

        Bu bahsettiğim duygular birkaç dakikalık sürede art arda belirdi. Sonra Ayşe Hanım geldi.

        Her zamanki gibi zarif ve mağrur ama 3 yılın biriktirdiği keder ve hüzünle oturdu masaya.

        Buluşma sebebimiz tahmin edileceği üzere eşi Osman Kavala’ydı.

        Bir saati aşkın konuştuk. Eve döndüm.

        Bu buluşmayı anlatıp, Osman Kavala’nın haksız ve hukuksuz tutukluluğuna yeni bir itiraz yazısı kaleme almak için masamın başına oturdum ve tam o sırada Anayasa Mahkemesi üyesi Engin Yıldırım’ın o talihsiz ışık twiti patladı.

        Gündem bir anda değişti. Yıldırım’ın bu korkunç hatası yüzünden Anayasa Mahkemesi’nin imajı ciddi zarar gördü.

        O konjonktürde Kavala’yı yazmak doğru gelmedi bana.

        Bu çok önemsediğim sembol hadisenin arada kaynayıp gitmesini istemedim.

        Biraz bekledim.

        HUKUK REFORMUNDAN BAHSEDERKEN

        Bugün tam zamanı.

        Uzun süre sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın estirdiği rüzgarla yeniden özgürlüklerden ve hukuk reformundan dünyaya açılmaktan bahsediyoruz.

        Pazar günü de yazdığım gibi bu kez bu fırsatı heba etmemeliyiz.

        Osman Kavala 3 yıl 16 gündür tutuklu.

        Sayması bile zor. 1111 gün. İnsan ömründe çok ciddi bir süre bu.

        Kavala ile ilgili bu köşede daha önce de defalarca yazdım, tutukluluğuna itiraz ettim.

        Geçen şubat ayında Gezi Davasından beraat edip, tahliye olurken 15 Temmuz soruşturması kapsamında aynı gün yeniden gözaltına alınıp tutuklanmasının kabul edilemez olduğunu söyledim.

        Özür Altan ve Ilıcak kararı çok doğru, sırada Osman Kavala olsa Osman Kavala ve adalete olan inanç Çok tuhaf ve esrarengiz bir gün: 18 Şubat 2020

        Ancak maalesef geldiğimiz an itibarıyla durum şu: Aylarca iddianame olmadan devam eden tutukluluk, ardından gelen iddianamelerdeki tutarsızlıklar ve aynı gün içinde serbest bırakılıp yeniden tutuklanması ile birlikte 1111 gündür süren cezaevi hayatı.

        Bu yazıda iddianamedeki tutarsızlıklara ve mantıksızlıklara girmeyeceğim. Onlar hükümete yakın medyada bile çokça yazıldı, konuşuldu.

        Ben bu hikayenin insani boyutu üzerinde durmak istiyorum.

        OĞLUNU 3 YILDIR GÖREMEYEN 90 YAŞINDA BİR ANNE

        Osman Kavala 3 yılı aşkın süredir hapiste.

        Osman Bey’in annesi 90 yaşının üzerinde ve oğlunu yıllardır göremiyor.

        Evladından bunca zaman ayrı kalan yaşlı bir annenin yaşadığı duyguları tahayyül edebiliyor musunuz?

        90 yaşını geçmiş hepimizin büyüğü bir insanın böyle her gün üzülmesi içinizi acıtmıyor mu?

        Araya pandemi girdi, ziyaretler hepten imkansız hale geldi. Bazı şeylerin geri dönüşü olmaz.

        Eşi kocasını görmek için her ziyaret gününde saatlerce yol yapıyor. Üstelik Covid riski var.

        Mart ayından beri herkes en yakınları için endişeli. Evin içinde bile ailemiz için korkuyoruz.

        Bir de uzakta, cezaevinde olduğunu düşünün eşinizin…Osman Kavala 64, Ayşe Buğra 69 yaşında.

        İnsanlara bu kadar hoyrat davranan bir ülke olmamalıyız. Kendi canımızı böylesine yakmamalıyız.

        Ayşe Hanım ile o akşamüzeri Bebek’te bir kafede otururken karşımda 3 yıldır eşinden ayrı kalan ve acısını içine gömen gururlu bir kadın, enternasyonal çapta bir aydın ve kendi meselesini konuşmaktan duyduğu rahatsızlığın yüzüne yansıdığı bir hanımefendi vardı.

        Babası Tarık Buğra’yı hatırlatıp, Osman Bey ile ilişkilerini sorduğumda bile kendini anlatmaktan imtina etti.

        REKLAM

        Evet solcu Osman Kavala ve sağcı Tarık Buğra çok farklı dünya görüşüne sahip iki insan ama damat-kayınpeder olarak hep güzel bir ilişki sürdürmüşler.

        "HAPİSTEN BETER BU DURUM"

        Ne acı… Tarık Buğra 60’lar, 70’ler Türkiye'sinin kültür hayatının sol hegemonyası altında çok ciddi sıkıntılar çekmişti.

        Buğra gibi yetenekli bir yazarı yok sayıyordu sol kültür çevreleri. Günlüğüne ‘Hapisten beter bu durum’ diye yazmıştı.

        Oğuz Atay’ın ‘Kültür gangsterleri’ dediği o boğucu çevre Buğra’yı çok dışlamıştı.

        Aradan yıllar geçti ve Türkiye’de bu kez de solcu damadı Osman Kavala 3 yıldır demir parmaklıklar ardında.

        Kavala’nın 18 Aralık tarihinde duruşması var.

        Son bir haftada değişen atmosferden HSK da etkilendi ve nihayet Kavala ile ilgili dosyayı raftan indirdi, hakkında tutuklama kararı veren hakimleri incelemeye başladı. Bunlar iyi işaretler.

        HEM OSMAN KAVALA HEM AHMET ALTAN

        18 Aralık’ta 3 yıldır devam eden mağduriyetin nihayet giderileceğine ve Kavala’nın mahkumiyetinin sonlanacağına inanıyorum.

        Hem Osman Kavala’nın hem de Ahmet Altan’ın tahliye edilmesi gerektiğinde lütfen uzlaşalım artık.

        Bu konuda sadece hükümet değil muhalefet çevrelerine de seslenmek istiyorum.

        Maalesef özellikle Ahmet Altan’ın tahliye edilmesine ısrarla kimi muhalefet çevreleri direniyor.

        Hükümetten her gün kendisi için daha çok özgürlük isteyen muhaliflerin önemli bir bölümü 70 yaşındaki Ahmet Altan demir parmaklıklar ardında yaşlanmaya devam etsin diye uğraşıyorlar.

        Bu da çok trajik ve üzücü bir durum.

        Gerçek bir hukuk reformu demek Osman Kavala ve Ahmet Altan’ın özgürlüğüne kavuştuğu bir Türkiye demektir.

        Diğer Yazılar