Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HİÇ psikoloğa gittiniz mi? Ben gittim! “Uzak ülkelerde yaşayamam” dedikten sonra Amerika’da uzun süreli işe başlayınca kafam karışmıştı. “Psikoloğa gidersen yardımcı olur” dediler, “Peki” dedim. Psikologların en büyük terapisi “dinlemek”miş bilmiyordum. Konuş konuş karşı tarafta “gık” yok. Hani eşin olsa sinirin bozulur ama öyle olmuyor. Başını sürekli sallayan, ne desen tasdik eden, hiç tanımadığın bir insan var odada... Seans bitiminde “Bir ton ilginç hikâye anlattım, benim değil onun bana ödeme yapması lazım” diye düşünsen de ofisin sekreteri gülücüklerle hayli yüksek meblağda bir parayı kartından çekiveriyor maalesef... Daha ilk ziyaretinin sonunda ödemenin ya da konuşmanın etkisiyle rahatlamış ve ilginçtir ki kafandaki bazı sorulara yanıt bulmuş olarak ayrılıyorsun binadan...

        Şu sıralar gene kafam karışık. Okuduğum bilimsel haberler, denk gelip dinlediğim seminerler, hatta yeni aldığım gömlek... Yanıtı olmayan “Neden?” sorularım ya da anlam veremediğim yanıtlar artınca böyle oluyorum zaman zaman. Mesela en basitinden, gömlekten başlayalım isterseniz. Neden tekstilciler ve üretimciler firmalarının isimlerini dünyadaki en sert kumaşa yazılı olarak bluz ve elbiselerin tam ense köküne üstelik de cilde en çok batacak naylon misinayla çift sıra dikerler? Batsın, acıtsın, çıldırtsın diye değil, hoş! Ya da müşteri, rahatsızlığını gidermek için “Makasla kesip atayım” derken yepyeni kıyafetinin boynuna delik açsın diye de değil! Peki neden? Reklamsa seç bir yumuşak kumaş kesmeye bile ihtiyaç duymamayım ya da yeni tekniklerle ismini “print” et, yani... Haklı değil miyim? Ne sorgulayan var ne düzelten... “Bu da sorun mu şimdi?” demeyin. “Ensemizin dibindeki sorunu” sorgulamazsak diğer daha ciddi sorunlara hiç sesimiz çıkmaz. Değil mi ama?

        Konudan konuya atlayarak bana verilen köşeye sığdırabildiğim kadarıyla güncel haberlerle ilgili kafamı karıştıran anlam veremediğim diğer konuları paylaşmaya devam edeyim izninizle:

        BÖYLE GELMİŞ BÖYLE GİDİYOR MAALESEF

        -NIH (Amerika’nın “ulusal sağlık enstitüsü”) genç değil, yaşlı bilim insanlarını desteklemeye başladı. Geçen hafta gazetelerde yapılan istatistikler yayınlanınca NIH’nin son 10 yılda genç bilim insanlarını desteklemeyi neredeyse tamamen durdurduğu fakat emekliliğine 2-3 yıl kalan profesörleri daha çok desteklediği ortaya çıktı. Aynen bizim üniversitelerimizde olduğu gibi. Tanınmış öğretim üyelerinin sıradan projelerinin adı sanı henüz “oturmamış” ama son derece parlak fikirlerle gelen gençlerin projelerine tercih edildiği bilinen bir gerçektir (bana istisnaları saymayın lütfen). Bu böyledir... “Tecrübe” denir, “Hatrını kıramadık” denir, “Emekli olmasına az kaldı” denir, desteklenir. Hani bilgisayarlar arasında yapıldığı gibi kafadan kafaya fiş takıp bilgi akışı yapmak mümkün olsa uygulayıp “Gençler öğreniyor” diyeceğiz ama öyle de olmuyor bu işler. Fedakârlık, sevgi, etik, “bilim yarışında bayrağı koşmaya devam edeceklere teslim etme” isteği ve anlayışı gerek. En azından benim akademik hayatımda kafasındaki “uzmanlığıyla ilgili püf noktalarını” vermeden emekli olan hocalarım olmuştu ne yazık ki. Üniversitede araştırmacıysanız, “Boynuz kulağı geçmesin diye (pasta tarifi saklayan hanımlar gibi) öğretmeyen, seminerlere göndermeyen (ama kendi giden), hele yurtdışı eğitimlerini hiç kaçırmayan, seyahat sonrası duty free’den aldığı bir kutu çikolata eşliğinde bilgi değil turistik fotoğraf paylaşımları yapan hocalarla şahsen hiç karşılaşmadım” diyorsanız gidip hemen bir loto oynayın bence... Böyle gelmiş, böyle gidiyor maalesef. Sorgulayamazsın, sorgulasan anında dışlanırsın. Elinde bir avuç mide reflünü dindirecek anti-asitle sistemin parçası olarak kalırsın. Gün gelir devran döner hoca olursun. Ve tarih tekerrür eder... Değil mi ama? Gelelim diğer habere...

        -Bir yöneticinin yaşadığı skandal, yürüttüğü işin bozulmasına değil daha iyiye gitmesine sebep oluyor. Sussex Üniversitesi bilim insanları geçen hafta bir basın toplantısı yaparak biraz önce okuduğunuz bu kafa karıştıran savı öne sürdüler. Applied Economics isimli dergide yayımlanan araştırma sonuçlarının özeti şöyle: Dünyada isim yapan 80 büyük şirket araştırmaya dahil edilmiş. Bunların içerisinde Apple, Hewlett- Packard, IBM, JP Morgan ve Yahoo gibi isimler de var. Şirket yöneticilerinin eş aldatma, illegal para işleri, cinsel taciz gibi skandallara isimlerinin karıştığı ve basın aracılığıyla halka da duyurulduğu dönemler tespit edilmiş. O dönemlerden hemen sonra şirketin yıllık gelirinde bir dalgalanma olup olmadığı incelenmiş. Elde edilen sonuçlara göre incelenen her şirket skandalların hemen ardından diğer şirketlere ve rakiplerine göre 10 kat daha başarılı sonuçlar elde etmiş. Tabii işin özüne inildiğinde şirket yöneticisinin yarattığı skandal, kazanılan başarının sebebi değil. Yaşanan skandalı ders alarak bir daha böyle etik olmayan olayların olmaması, finansörlerin bundan etkilenmemesi için şirket tarafından alınan önlemler başarıyı daha da tetikliyor.

        Bu araştırmayı okuyunca yöneticisinin adı skandallara karıştığı halde kurulan düzende hiçbir girişime ya da değişime gerek duyulmayan örnekler geliyor insanın aklına. O sistemdeki bir alt konumdaki yöneticilerin ve yönetilenlerin hâlâ başarıdan nasıl bahsedebildiklerinin incelenmesi çok daha ilginç bir sosyoloji, psikoloji ve ekonomi araştırma konusu olurdu bana göre. Değil mi ama? Diğer bir haber de mikroskop altından...

        DAHA UZUN YAŞAMAK

        -Telomerlerimizi uzatsak daha uzun yaşayacağız. Telomer, DNA’nın yapıtaşı olan kromozomlarımızın uçlarında bulunan, gen kodlamayan özelleşmiş yapılardır. 1960’lı yıllardan bu yana yapılan incelemeler sonucunda telomeri kısa olan kişilerin ömürlerinin de kısa olduğu savunulmaktadır. Mesela yeni doğan bir bebeğin telomerleri oldukça uzunken 70 yaşındaki bir insanınki çok daha kısadır. Geçen hafta Journal of Clinical İnvestigation and Chest adlı bilimsel dergide yayımlanan bir araştırmayı ilan etmek üzere Brigham Young Üniversitesi tarafından yapılan basın toplantısında ilginç konulara değinildi. İşte Dr. Jonathan Alder’in açıklamaları:

        1-Telomer uzunluğu yakalanılan hastalıkla ilişkilidir. Ama telomer belli bir boyutta olduğu için mi hastalanılmaktadır yoksa herhangi bir sebeple gerçekleşecek mutasyondan dolayı telomerde oluşacak kısalmalardan dolayı mı hastalanılmaktadır hâlâ tam olarak bilinmemektedir.

        2-Telomer uzunluğu manipüle edilerek hayat uzatmak teorik olarak mantıklı görülmektedir. Bu konularda çalışmalarımız devam etmektedir.

        Bu araştırmayı okuyunca da çeşitli kimyasalları kullanarak, genlerimizle oynayarak hayat uzatma girişimlerini destekleyemedim açıkçası. Uzun yaşama çabaları yerine hayat kalitemizi geliştirmek için yapılması gereken binlerce (destek alamayan), dosyalarda bekleyen araştırma dikkat çekse keşke (yenilenebilir enerji kaynakları, nüfus kontrol, yeni tedavi yöntemleri, global değişimler, sonu gelen canlı türleri...) Değil mi ama? Ah daha neler var neler kafamı karıştıran. Yerim kısıtlı. Sizin de kafanızı karıştırmak istemezdim ama bu sefer psikoloğa gitmek yerine sizlerle dertleşmeyi yeğledim. Umarım “Değil mi ama”ları okudukça psikoloğum gibi başınızı salladınız. Üstelik parayı ödeyen de siz oldunuz: 75 Krş. Sağ olun, var olun...

        Diğer Yazılar