Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BÜTÜN uğraşlara rağmen iyi gitmeyen ilişkiler vardır. Özveri genelde tek taraflı olduğu için beraberlik bir süre yalpalar, düzelir, tökezler, tekrar iyileşmeye yüz tutar gibi olur, iner çıkar, can çekişir ve derken sabırlar tükenir, tüm bağlar kopma noktasına gelir ve en sonunda maalesef kangrenleşen iş/eş/aşk/ dostluk ilişkisi bitiverir. Biten beraberliklerin ardından en çok üzülen, unutamayıp bir ton “Keşke”yi dizdiren, kendi kendini yargılayan ve hayatının geri kalan kısmını psikolojik travmayla yaşayan taraf ne ilginçtir ki o beraberlikteki en ağır yükü taşıyan, fedakârlıklara katlanan, bir nevi sömürülen taraftır. Karşı taraf ise daha ilişkiye noktanın konulduğu gün konsantrasyonunu toplamış, antenleri ve yelkenleri açmış, oltasını da atarak yeni avlar aramaya çıkmıştır bile.

        Bu tür ilişkileri gözlemlediğimde Ankara Tıp Fakültesi’nde parazitoloji hocamızdan duyduğum gerçek bir hikâye gelir aklıma: Karnı çok şiştiği gerekçesiyle hocamızı ziyaret eden bir hastaya gaita testi yapılır ve teşhis konulur: Bağırsakta halk arasında “şerit” olarak bilinen, “tenya” adı verdiğimiz bir parazitin varlığı. Hocamız ilaçlar yazar, yapması gerekenleri anlatır ve hastayı eve gönderir. Tedavi süresi sona erdiğinde hasta kontrol için tekrar gelir. Sonuç başarılı! Parazit düşmüş, hasta rahatlamış, şiş karnı inmiştir. Buna rağmen yüzü gülmeyen hastaya hocamız sorar: “Başka bir sorun mu var?” Hastadan alınan yanıt fıkralarda duyulacak türden: “İyi olmasına iyiyim de bu tedaviyle 5 metrelik tenyayı düşürdükten sonra kendimi yalnız hissetmeye başladım.” İlk duyduğumda inanamadığım bu komik hikâye, daha sonra insan psikolojisi öğrendikçe daha anlamlı hale gelmeye başladı. Hele geçen hafta okuduğum bir bilimsel makale, parazitlerin parazit taşıyıcılarının beyin hücrelerini ve böylece kişiliklerini değiştirdiğini bile iddia ediyor. Sözü geçen araştırma, İndiana Üniversitesi tarafından gerçekleştirilmiş. Kedilerin gölgesini gördüğünde kaçacak delik arayan fare ve sıçanlar toxoplasma isimli paraziti taşıdıktan bir süre sonra kedilerden korkmamaya hatta ilgiyle yanlarına gitmeye başlıyorlarmış. Araştırma yöneticisi Dr. William Sullivan, “Korkusuzluk güzel bir şey gibi görünebilir ama kedilerden kaçmayan fare ve sıçanlar maalesef o kediler tarafından mideye kolayca indirilmekteler” yorumunu yapıyor. “Peki, -ülkemizde de çok yaygın bir parazit olan, düşük ve ölü doğuma sebep olarak bilinen toxoplasma insanlarda kişilik değişikliği yapıyor mu?” diye soracak olursanız, yanıtı “Evet”. Geçen hafta PLOS ONE adlı bilimsel dergide yayımlanan bir makale sadece toxoplasma değil her türlü parazitin beyin hücrelerini moleküler düzeyde etkileyerek insanların karar vermelerini bile etkileyebileceğini iddia ediyor.

        Objektif bakarsanız aslında “parazit”in tanımı parazitoloji kitaplarının yaptığı tanımların dışına taşıyor. Parazit, vücudunuzu istila etmeye çalışan mikroskobik bir canlı da olabilir, hemen yanı başınızda sizinle yaşayan/çalışan bir insan da olabilir, bir ülkeyi rayından çıkararak kaosa sürükleyen (görüntüde güvenilir) güçler de olabilir. “Parazit” teşhisi koymak için uyanık ve iyi gözlemci olmak gerek. Parazit rolündekiler;

        1. Varlığınızla beslenirler, lakin fonksiyonları için sadece bir araçsınızdır, bireysel değeriniz yoktur,

        2. Geri dönüşümü olmayan değişikliklere sebep olurlar ve içten içe hoşunuza gitmeyen bu değişiklikleri size “normal” olarak algılatırlar,

        3. “Pozitif” katkıları yoktur. Ya duygusal ya da fiziksel vampirler olarak yaşarlar,

        4. Varlıklarıyla barışı, huzuru ve bunları takiben de sağlığınızı siler götürürler,

        5. Kendilerinin kayda değer zararları olmasa dahi dışarıdan gelecek zararlara karşı sizi savunmasız kılarlar.

        Hepinize iyi teşhisler, iyi tedaviler...

        Hastalıklar mı hastaneler mi artıyor?

        HEMEN hemen dünyanın her ülkesinde hastane sayısı hızla artıyor. Fakat bu artış artan nüfusa değil de insanların son 25 yıl içerisinde daha uzun yaşamasına rağmen daha çok hasta olmasına bağlanıyor. Ohio Eyalet Üniversitesi bilim insanları ise bu savın tam tersini savunuyor: “Hayır, insanlar daha çok hastalanmıyor. Hastaneler yeni teknolojileri de kullanarak yaptıkları taramalar sonunda sağlıklı insanlara bile bir çeşit hastalık teşhisi koyuyorlar. Bu yüzden istatistiki incelemeler hastalıkların arttığı yönünde yanlış saptamalara sebep oluyor.” Araştırmacı Dr. Hui Zheng, 1981 ve 2007 yılları arasında 28 ülkenin istatistiki araştırmalarını bir araya getirdiğinde bütün ülkelerde son derece modern, yeni tekniklerle donanmış hastane sayısının arttığını, buna bağlı olarak insanların erken teşhis ve tedaviyle daha sağlıklı durumda olmaları beklenirken daha sağlıksız ve mutsuz olduklarını tespit etmiş. Dr. Zeng, yaptığı açıklamada iki önemli gözleminin altını çiziyor: 1. Gereğinden fazla ilaç kullanımı söz konusu. Artan ilaç kullanımının oluşturduğu problemlerle hastanelere başvuru sayısı yadsınmayacak kadar çok sayıdadır. 2. Dünya genelinde hastalarda hastane ve tedavilere bir güvensizlik ve inançsızlık başlamıştır.

        Tıp dünyası bu iki problemi gündeme getirerek derhal önlemler almalıdır.

        Ülkelerin kötü yönetimini bakterilerinden anlayın

        AVUSTRALYA tıp doktorları, PLOS ONE adlı bilimsel dergide geçen hafta yayımladıkları bir araştırmayla ilginç bir sav öne sürerek tıp dünyasında yeni bir tartışmaya yol açtı: “Kötü yönetilen ülkelerin bakterilerinde daha çok antibiyotik dirençliliği görülmekte. Antibiyotik tedavisine yanıt vermeyen enfeksiyondan dolayı ölen hasta sayısı da doğal olarak bu sonuçlara bağlı. Kötü yönetimler bilime, bilimsel eğitime, hastane kontrollerine, halk eğitimine ağırlık vermediğinden yanlış antibiyotik kullanımı toplumda hızla yayılıyor ve bu da bakterileri antibiyotiklere dirençli kılıyor.”

        Diğer Yazılar