Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DAHA yeni yeni anlıyorum pazarda satıcıların neden boğazlarını yırtarcasına bağırdıklarını: “Geeel abla geeel, domatesin kralı, marulların sultanı, turpların kahramanı bu tezgâhtaaa!” Her pazar alışverişine gittiğimizde “Yahu sessiz sessiz oturun yerinizde. Biz de dolaşıp kafamız dingin alışverişlerimizi yapıp evimize dönelim” diyerek tepki gösteresim gelirdi her birine. Fakat bir yandan da en çok satışı bu çığırtkanların yaptığı dikkatimi çekerdi, bir anlam veremezdim. Meğerse bu pazarcı beyler insan psikolojisi biliyorlarmış da haberim yokmuş... Gürültü, absürt tavırlar, eksantrik laflar, garip kıyafetler dikkat çekmek için en kolay yol. Her alanda bu böyle. Özellikle sanatta, ticarette ve siyasette... Entelektüel ortamlarda bu tür davranışların temsilcilerine “sıra dışı” etiketi takılıveriyor hemen. Arkasından yeriliyor, olmadık yorumlar yapılıyor, kesinlikle normal olmadığına karar veriliyor, her gün gündemde görmekten kurdeşen bile dökülüyor ama bir türlü vazgeçilemiyor nedense. Her hareketleri, dillendirdiği saçmalıklar detaylı haber oluyor. Bazen “Helal olsun” bile diyorum bu kurnaz popülistlere. Amaçlarına şu ya da bu yolla ulaşıyorlar. En sevmeyenleri bile (en azından eleştirmek için) haberlerini sosyal medyada paylaşarak (farkında olmadan) duble reklam yapmış oluyorlar. Reklamın kötüsü olmaz ki onlar için... Vermek istedikleri sahsi mesajlar başkalarınca “çalınan düdük” oluyor ya... Herkes de bunu görüyor ya... Gerisi önemli değil zaten!

        Diğer yandan sağlığı, doğayı, tüm dünyanın gidişatını etkileyecek olayları inceleyen bilim insanları çok önemli buluş ve uyarıları efendi efendi, resmi kıyafetler içerisinde, etik kurallar çerçevesinde basın toplantılarıyla tüm insanlığa duyuruyor... Sonuç: Ne basında, ne de tesadüfen de olsa oradan buradan duymuş olan insanlarda tepkisizlik ve umursamazlık... Hani bilim adamları çıkıp “Dünya’ya büyük bir göktaşı çarpacağını” ya da “insanları silip süpürecek bir enfeksiyonun yayılmaya başladığını” anons etseler, öyle görünüyor ki gülünüp geçilecek... İşte size taze bir örnek:

        1 Mayıs’ta (yani geçen hafta) 38 ülkeden 208 bilim insanı, dünyayı uyarmak üzere tek bir ses oldular. Gerek yaptıkları basın toplantısıyla, gerekse Environmental Health Perspectives adlı bilimsel dergide, çok önemli bir gerçeği acilen önlem alınması gereken bir problem olarak gündeme getirdiler: Evlerimizde “yapışmaz yüzeyli” olarak adlandırılan tava, tencere, tost makinesi, ütü gibi eşyalarımız üretilirken o yapışmaz özelliğini oluşturabilmek için florin içeren kimyasallar kullanılmakta. En çok kullanılan perflorooktan sülfonat (PFOS) ve perflorooktonat (PFOA) ismi verilen sentetik kimyasallar, gerek fabrika atıklarının sulara karışmasıyla gerekse ürünlerden direkt yiyeceklere geçmesiyle karaciğer harabiyeti ve kısırlığa yol açmakta. Yıllar önce de gündeme getirilen bu problemin gerçekle yakından uzaktan ilgisi olmadığını savunan bazı tüccarlar, kimyasal yapıyı manipüle ederek zararlı olmaktan çıkardıklarını iddia etmişti. Bunun üzerine, 208 bilim insanının sözcülüğünü yapan Berkeley Üniversitesi profesörlerinden Dr. Arlene Blum, (bu bahsettiğim basın toplantısındaki) yaptığı konuşmada, “Florin içeren kimyasal maddenin sağlık tehdit etmeyen hiçbir formu yok. Bunu son 5 yıl içerisinde gerçekleştirilen yüzlerce araştırmayla göstermiş bulunmaktayız. İnsanların kan dolaşımlarında o sözünü ettikleri ‘sağlıklı kimyasallar’ çok büyük zehir etkisi oluşturmakta. Ülke yönetimleri derhal bu florinli kimyasal kullanan fabrikaları sıkı denetime almalı. Şuna inanıyoruz ki her türlü sağlık sorunuyla yüz yüze kalan insanların kanında ölçümler yapılsa büyük bir çoğunlukta bu gizli zehirlenme tespit edilecektir” dedi.

        Evet haber bu! Lakin araştırsanız bu son derece önemli bilimsel ilanın hiçbir gazetede çıkmadığını göreceksiniz. Görseniz bile size garanti veriyorum okuyan sayısı binde 1 civarındadır. Okuyup tepki gösteren ise 100 binde 1. Ne ilginç değil mi? Damarlarımızın içerisinde taşıdığımız bir sorun dile getiriliyor ve bizler tepkisiz kalıyoruz. Belki de bilim insanlarının da dikkat çekmek için “provokatif” giyinmesi, biraz normal dışı davranması ve çığırtkanlık yapması gerekiyor: “Geeel geeel, bilim haberinin kralı buradaaa... Sessiz sedasız nasıl zehirlendiğimiz ortaya çıktııı...”

        Ne dersiniz, işe yarar mı?

        Birazcık da olsa işe yaradığını umarak çok çok önemli, konuyla bağlantılı, yine aynı basın toplantısında sohbetlerde geçen başka bir problemi paylaşmak istiyorum:

        Sulara ve diş macunlarına aptallaştıran madde ne diye katılır?

        DİKKAT çekmek için atılmış bir başlık değil bu inanın. Ağabeyim diş hekimi ve onunla da sık sık konuştuğum bir konudur bu. Hani şu diş macunlarında bulunan, “Diş ve kemik sağlığı için gerekli” denerek yıllardır (özellikle Amerika’da) sulara katılan florürden bahsediyorum. Önce çok kısa bir tarih bilgisi: Sodyum florid, 19. yüzyılda “şeytan zehri” olarak bilinen ve fareleri yok etmek için kullanılan bir kimyasaldı. Daha sonra Naziler insan öldürmek için kullanırken çok farklı bir özelliğini keşfetti. Belli dozlarda verildiğinde insanlarda, 1. Düşük ve ölü doğum yaptırdığını, 2. Beyni etkileyerek insanları aptallaştırıp itaatkâr kıldığını fark ettiler. Planlarını uygulamak için aptal ve itaatkâr bir toplum hayal eden Hitler’in o dönemde kendisine hizmet edenlerin ve halkının sularına düzenli olarak florür ilave ettiği iddia ediliyor. Diş çürüklerinden koruma amacıyla diş macunlarına da katılan bu kimyasal maddenin sağlık üzerine daha başka yan etkileri olduğu da özellikle son 5 yıl içerisinde yapılan yüzlerce araştırmayla ortaya çıkarıldı: Florürlü su içenlerde davranış bozuklukları, tiroit fonksiyonunda değişiklikler, yorgunluk, erken bunama, zayıf bağışıklık, kemik erimesi, şeker hastalığı ve kanser 4 kat artış gösteriyor.

        Türkiye’de sulara florür katılmadığı söylenmekle beraber bazı illerimizde şebeke suyunda (Dünya Sağlık Örgütü’nün koymuş olduğu limitlerin üzerinde) yüksek florür tespitleri olduğu bir gerçek. Yaşanan bölge suyunda florür oranı düşük olsa bile florür oranı yüksek şehirlerde imal edilen bebek mamalarından, diş macunlarından, hazır çorbalardan, içeceklerden ya da kullandığınız teflon tavalardan bol bol bu gizli zehri alıyoruz aslında.

        Bilimsel araştırmalar arttıkça geçmişte “faydalı” olarak lanse edilen birçok maddenin bugün “zehir” olarak tanımlananlar listesine transfer edilmelerine alışır olduk. Benim alışamadığım tek şey, bilim ilerledikçe, yeni bilgiler geldikçe artması gereken duyarlılık ve farkındalığın da paralel olarak artması yerine (tam tersine) hızla “dibe vurması”. Bugün hâlâ “Çeşme sularına ve sütlere florür katalım” kavgası verenler var. Bilim sabit kalmaz. Yeni araştırmalarla bildiğimiz “doğrular” bazen tamamen değişir. Takip etmek, yeniliklere göre bir önlem almak gerek...

        Diğer Yazılar