Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GEÇEN hafta cumartesi günü gazetemizin teknoloji sayfasında “Beyin okuma çağı başlıyor” başlığıyla bir haber çıktı. Çoğunuzun dikkatini bile çekmemiş, çekse de “Yine absürt bir bilim safsatası” diye es geçilmiştir belki de. Bu şekilde bakmadan, okumadan geçtiğimiz ama hayatımızı kökten sarsıcı ne kadar çok haber vardır kimbilir. Şahsen bu haberi dış basında ilk okuduğumda son zamanlarda bir türlü kabullenemediğim çirkin ve korkutucu tablonun tamamlayıcı parçası gibi geldi bana ve çok ilgimi çekti. Tam bu konuyu gündeme getireyim mi getirmeyeyim mi ikilemi yaşarken cumartesi günü genç ekip arkadaşlarımız habere gazetemizde yer verince tereddütten vazgeçtim. Zira haber aslında Antarktika’da sadece tepesi görünen buzdağları kadar büyük ve derin. Biraz olsun “bu buzulun” görünmeyen kısmına da ben değinmek istedim.

        Yaklaşık 50 yıl gibi kısa bir geçmişi olan “nöroteknoloji”nin son 10 yıl içerisinde beyin ve sinir sistemi üzerinde yaptığı araştırmalar ve elde ettiği buluşlar gerçekten inanmakta güçlük çekilecek üstünlükte ve güzellikte. Özellikle nanoteknoloji ve farmakoloji ile el ele vererek Parkinson, Alzheimer, felç, epilepsi, migren gibi hastalıklara hücre seviyesinde açıklamalar ve pratik çözümler sunmaya başlanması “nöroteknoloji” yi son zamanlarda en çok finanse edilen bilim dalı konumuna getirdi. 80 milyar hücreden oluşan beyni ve 1000 ya da 3000 trilyon nöronal sinapsı (bağlantıyı) incelemek kolay değil elbette. İyi bir ekip, pahalı teknolojilerle donanmış laboratuvarlar ve her türlü gider için trilyonlarca dolar desteğe gerek var. Özellikle son 5 yıldır bilim dünyasında bütün araştırma grupları maddi sıkıntıdan kıvranırken “nöroteknoloji” ekipleri bu sıkıntıyı hemen hemen hiç yaşamadı.

        Nobel Tıp Ödülü alan MIT nörologlarından Dr. Susumu Tonegawa, geçen sene alınan paralarla geliştirilen tekniklerle neler yapılabileceğini şöyle özetlemişti: “Geliştirdiğimiz tekniklerle sadece Alzheimer ve Parkinson’u iyileştirmekle kalmayacağız. İnsanların beynini manipüle ederek geçmişteki kötü olayları unutturup güzel olayları hatırlamalarına yardımcı olabileceğiz. Uykusuzluk ve depresyon tedavisi ilaçsız mümkün olacak. Düşünceleri okuyarak kişilerin neler yapacaklarını önceden bileceğiz.” Evet, Dr. Tonegawa’nın konuşması ancak bilimkurgu filmlerinde seyrettiğimiz tarzda şaşırtıcı bilimsel iddialarla böylece uzayıp gidiyor. Benim takıldığım tek cümle: “Düşünceleri okuyarak kişilerin neler yapacaklarını önceden bileceğiz” oldu. İlginçtir ki son 10 yıldır yapılan trilyonlarca dolarlık destek, en çok bu konu üzerine yani “düşünceleri okuma” projelerine yatırılmış. Amerikalı piyasa araştırma şirketi Sharp Brains, düşünce okuma konusunda alınan patent sayısının son 4 yılda tam 4 kat arttığını açıkladı geçen hafta. Sebep olarak da komik ötesi bir açıklama yaptı: “İnsanların neleri daha çok sevdiği tespit edilerek o ürünler üretilecek. Ana sebep aslında budur.” Oysa Amerika Savunma Bakanlığı 10 yıl önce düşünce okuma teknolojisinin ülke güvenliğinde kullanılmak amacıyla daha çok üzerinde çalışılması gerektiğini vurgulamıştı. Hatta ilk denemeler havaalanlarında terörle mücadele amacıyla güvenlik kontrolünden geçerken yolcularda beyin dalgalarının okunmasıyla kullanıma bile sürülmüştü.

        Peki, düşünce okuma teknolojisi günümüzde o derece gelişti mi? Yanıt: Çok uzun süre değil, 1-2 yıl sonra tam kapasiteyle kullanıma girebilecek duruma getirilecek. En azından Veritas Scientific adlı şirketin yöneticisi Eric Elbot, bunun garantisini veriyor.

        Peki, ülke yönetimleri bu teknolojiyi güvenlik için kullanmalılar mı? Şahsi yanıtım: Kesinlikle hayır!

        Düşünsenize, düşüncelerinizi okuyup hiçbir aktivitede bulunmadığınız halde kapınıza devlet görevlilerinin gelip “Bilimsel ölçümler sebebiyle düşüncelerinizde X şahsına nefretinizin hat safhaya çıktığı tespit edilmiş, zarar verebileceğiniz düşünülerek tutuklama kararı alınmıştır” dediğini. (Hoş alete gerek duymadan bunu direkt uygulayan anlayışlar da var ama...) Ülke yöneticilerinin devlet güvenliğini koruma amacıyla insanların düşüncelerine müdahale etmesi, insanların beynine kadar girmeyi hak olarak kendinde görmesi kabul edilemez. Bu, kesinlikle insan haklarına ve düşünce özgürlüğüne tecavüzdür. Bu yazıyı okuyan sizlerin, benim, bilimden haberi olan olmayan herkesin kafasından zaman zaman (özellikle ajite olduğu anlarda) agresif düşünceler geçmiştir mutlaka. “Hayır ben hiç öyle düşünmem” diyorsanız... İş saatlerinde Ankara ya da İstanbul trafiğinde araç kullanın ve kaç kişiyi boğazlamak istediğinizi bir gözden geçirin isterseniz. Benim liste epey uzun... Hele haberleri dinlerken... İnsan düşüncelerini tespit etmek için geliştirilen teknoloji ve bu teknolojiyi kullanarak insanlar üzerinde kontrol kurma isteği, inanın bana, atom bombasından daha da tehlikeli. Her ne kadar bu inanılmaz buluşlar insanoğlunun hayatını çok güzelleştirebilecek potansiyeli taşısa da... Uyanık olmakta fayda var...

        ALZHEIMER HASTALIĞININ TEDAVİSİ İÇİN YANAN IŞIK

        WASHINGTON Üniversitesi bilim insanları, Alzheimer hastalarının beyninde oluşan “amiloid plakları”nın kanda yükselen şeker ile orantılı olarak arttığını gösterdi. Daha önceki yıllarda da, Alzheimer hastalığının, daha çok şeker hastalığı olanlarda geliştiği sadece istatistiki değerlere bakılarak söyleniyordu. Fakat ilk kez 4 Mayıs tarihinde, The Journal of Clinical Investigation adlı bilimsel dergide yayımlanan bir makaleyle deneysel olarak iddia edilen hipotez desteklenmiş oldu. Araştırma yöneticisi Dr. Shannon Macauley, bu son derece önemli buluşu şöyle özetledi: “Öyle görünüyor ki çok sağlıklı bir insanda dahi aşırı tatlı tüketimi ile kandaki glikoz oranı yüksek seyrederse beyinde beta amilod oranı % 20 artıyor. Şayet kişide zaten Alzheimer hastalığı yani beyinde plak oluşumu varsa ve de kanda şeker düzeyi yüksekse plaklarda % 40 oranında daha hızlı bir artış görülüyor. Peki şekerin beyin hücrelerine etkisi nasıl oluyor? Beyin hücrelerinin yüzeyinde KATP adını verdiğimiz, hücrelerin normal çalışmasında çok önemli rolü olan kanallar var. Bu kanallar şeker tarafından kapatılıyor. Kanalları kapanan hücrelerin ilk tepkisi beta amiloid sentezlemek oluyor. Zamanla artarak biriken bu amiloid plaklar Alzheimer’da gözlenen büyük sorunların ana sebebi aslında. Eğer bizler (şeker düzeyini sabit tutmak zor olduğu için) kanda yükselen şekere rağmen beyin hücrelerindeki KATP kanallarını açık tutacak bir ilaç bulursak Alzheimer’ı ya çok yavaş gelişen bir hastalığa dönüştürebileceğiz ya da tamamen tedavi edebileceğiz. Hali hazırda elimizde bu ilaçlar var, daha da geliştirmek için uğraşıyoruz. Doğru yoldayız ve bu hastalığı yeneceğiz.”

        Diğer Yazılar