Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YUMURTA akı ve şekerden yapılan bir tatlı vardır: Beze! Şu pastane raflarını süsleyen, bembeyaz görüntüsüyle “pofuduk”, ama ısırınca içi boş olan, kimimizin sevdiği kimimizin nefret ettiği, sağlığa yararından çok zararı dokunan tatlı vardır ya, ondan bahsediyorum. İnsanoğlunun son 20 yıl içerisinde bilimsel ve teknolojik başarısını işte bu bezelere benzetiyorum. Görünümü güzel ama içi boş.

        Teknolojinin gelmiş olduğu son nokta göz önüne alındığında belki haksız bir benzetmede bulunduğum düşünülebilir. Robotlar, akıllı telefonlar, beyni haritalayan bilgisayarlar, gen çalışmaları, görüntüleme sistemleri, üç boyutlu yazıcılar, uçan arabalar ve daha saymakla bitmeyecek tıbbi ve diğer biyolojik/teknolojik buluşları içi boş beze olarak adlandırmak yakışıksız olarak da kabul edilebilir. Kusura bakılmasın...

        Bugün dünyada çözüm bekleyen ana problemler bütün bu muhteşem buluşlarla yan yana konulduğu anda birbiriyle bütünleşemiyor ve insanlığı tehdit eden yaralar kanamaya devam ediyorsa, ne insanoğlunun muhteşem yaratıcı gücü ne de “tüm evrene hâkimlik taslama” görkemi bana etkileyici gelebilir. Açlık, iklim değişimleriyle ortaya çıkan facialar, bir bir yok olan hayvan türleri, her türlü çevre kirliliği, kanser, Alzheimer, genetik sorunlar, ansızın (önceden tesbit edilemeyip) vuran depremler, seller... Saydığım, saymadığım bütün bu çekirdek problemleri sürekli duyuyorsunuz. Her bir problem bilim insanları, sanatçılar, tüccarlar ve özellikle politikacılar tarafından göstermelik giyilen allı pullu elbiseler gibi kullanılıyor. Halkın ve destek vereceklerin önünde üzerlerine takılıp daha sonra çıkarılıp bir köşeye fırlatılan paçavra...

        Problem çözmek asla amaç değil, ama şahane bir araç! Hedef daha çok para, daha çok tüketim ve rant. Elimizde teknolojinin sunduğu akıllı telefonlarımızla yediklerimizin fotoğrafını çekip sosyal medyada paylaşırken her 4 saniyede 1 insan açlıktan ölüyorsa, saçlarımız daha yumuşak olsun diye duşlarımıza kireç filtresi taktırırken gezegenimizde 1 milyar insan içecek temiz su bulma sorunu yaşıyorsa, gelişmiş ülkelerde hastalara tonlarca gereksiz antibiyotik verilirken o antibiyotiği bulamadığı için yılda 6.8 milyon insan hayatını kaybediyorsa bu işte bir terslik var demektir.

        Global çekirdek sorunlar kanser hücreleri gibi hızla arttıkça artıyor ve yayılmaya devam ediyor. Emin olun elimizdeki teknolojik gelişmeler birçok problemi kökünden kazıyabilecek kapasitede. Lakin ne bilim insanları, ne politikacılar ne de finansörler gerçek anlamda gösterilmesi gereken ilgiyi gösteriyorlar. Bunun savaşını gönülden verenler maalesef meslek gruplarında çok düşük oranda bir azınlığı oluşturuyor. Diğerlerinde ise tüm çaba, var olan teknolojiyle bizlere bireysel ürünler sağlamak ve bir sonraki modeli merak etmemiz için her türlü reklama yatırım yapmak. Bu amaçla harcanan milyarlarca doların onda biri bile bugün global sorunları çözme yolunda destek bekleyen projelere yönlendirilmiyor maalesef. Geçen sene sıtmadan (malaria) yaklaşık 300 milyon insan hayatını kaybetti. Sebep nedir? Sivrisinek! En etkin çözüm nedir? Durgun su ve bataklık bölgeleri kurutmak. Bu çözüm için sunulan 1500 projeden hiçbirisine destek verilmedi! Destek gören projeler: Bill Gates ve Nathan Myhrvold’un sivrisinek öldüren elektrikli aletleri ve yeni aşı yaklaşımları.

        Dünyamızda son 3-4 ay içerisinde baş gösteren gerek doğal afetler, gerek salgın hastalıklar, gerekse insanoğlunda bilinçli olarak teşvik edilen ben merkeziyetçi yaklaşımın getirdiği sorunlar bahsettiğim çekirdek problemlerdir. Artık bu gerçeği görmemiz gerek. Zaman, teknoloji ve bilimi tüm dünyayı menfaati için manipüle eden birilerini zengin etmek için değil, insanlığın yaralarını sarmak için kullanma zamanıdır. Kontrol tamamen tüketici ya da seçmen, gelecek nesilleri düşünen yürekli insanların elinde...

        Geçen cumartesi gazetemizde çıkan bir haberi tekrar gündeme getirmek istiyorum. Çünkü hem ilk konuyla yakın ilişkili hem de projede çalışan mikrobiyologlardan biri konuyu daha detaylı açıklamış. Konu çok ilginç: İsviçre peynirindeki delikler!

        PEYNİRDEKİ DELİKLER NEREYE GİTTİ?

        İSVİÇRE peyniri seven müşteriler, bir peynir fabrikasına son 15 yıldır şikâyet mektubu yağdırıyormuş. Konu ne peynirin tadı, ne rengi, ne de kokusuyla ilgili. Şikâyetler tek bir noktada toplanıyor: “Eskiden peynirleriniz daha delikliydi. Artık delikler küçük ve neredeyse yok denecek kadar az sayıda. Delikler nereye gitti?” Fabrikanın satış müdürü, yıllar sonra konuyu incelemek üzere uzmanlarını topluyor ve formülde bir değişiklik yapılıp yapılmadığını soruyor. Cevap: “Hayır! 100 yıldır aynı peyniri yapıyoruz. Formül aynı.” Bunun üzerine değişik uzmanlık alanlarından mikrobiyologlar devreye giriyor, kullanılan peynir mayasında bir mutasyon olup olmadığı araştırılıyor. Herhangi bir mutasyona da rastlanmıyor. Son 15 yılda değişen tek şey ineklerin kovaya elle değil süt sağma makineleriyle sağılmaları. Yani süt daha temiz ortamlarda peynir yapımına hazırlanıyor hatta filtre de ediliyor. Dolayısıyla içine mikroskobik ölçülerde de olsa düşen partiküller uzaklaştırılmış oluyor. Elektron mikroskobuyla incelendiğinde, delikli peynirlerde yoğun miktarda saman tozu olduğu ispatlanmış.

        Gelelim bu pek de önemli görünmeyen haberin önemine.

        1. Bu araştırma için ödenen para geçen sene aynı enstitüye sunulan çok önemli bir proje için talep edildiğinde reddedilmiş. Sunulan projenin konusu Somali’deki beslenme bozukluğu olan çocuklara gönderilmesi için daha sağlıklı süt tozu üretebilme teknikleri.

        2. Peynirdeki deliklerin nereye gittiğini sorgulayan uluslararası “duyarlı” insan sayısı 100 bine yakın. Bu deliklerin yok olmasından mutsuz olmalarının sebebi ise bilinmiyor.

        3. Müşterileri tatmin etmek için sütlere yine saman partikülleri eklenip eklenmemesi tartışılıyor. Yani var olan bir problem yok edildiği için mutsuz olan müşterilerin tekrar mutlu olabilmeleri için ürünlere tekrar problem ekleme planları yapılıyor.

        Biz peynir delikleriyle uğraşaduralım, uzay araştırmaları yıllardır sorulan bir soruya geçen hafta yanıt getirdi...

        DÜNYA'DAKİ VARLIĞIMIZI TEHDİT EDEBİLECEK GÖKTAŞI BOYUTLARI

        DÜNYA’nın yakın gelecekte yüz yüze kalma olasılığı yüksek olan “çekirdek” problemler arasında göktaşları da var. Dünya zaten (fark etmesek de) irili ufaklı göktaşlarıyla sürekli bombalanmakta. Fakat şimdiye kadar ne büyüklükte bir göktaşının insanları yeryüzünden silip atabileceği hep tartışmalı olarak kalmıştı. Öyle görünüyor ki Colorado Üniversitesi bilim insanlarının yaptığı hesaplamalar diğer bilim insanları tarafından da fazla tartışılmadan kabul edildi. Ortalama 1.6 kilometre çapındaki bir göktaşının çarpması halinde insanların yok olabileceği ileri sürülüyor. Ölüm sebebi olarak da çarpmadan çok, çarpmayla meydana gelecek toz bulutunun atmosferi etkilemesi tahmin ediliyor. Kurtuluş yolu yokmuş gibi görünen bu potansiyel problemle savaşmak için uğraşan çok sayıda bilim insanı var. Bu projeleri yaşatmak için verilen maddi destek (yıllık olarak) maalesef kozmetik sanayiinde kırışıklık açıcı yöntemlere ve bu konuyla ilgili gelişmelere yatırılan (dünya genelinde) toplam maddi desteğin sadece yarısı kadar.

        Diğer Yazılar