Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “AAA oğlum bak, fil.... Nasıl da sağa sola sallanarak dans ediyor! Pek neşeli... Karnını yeni doyurmuşlar galiba. Bak, bu da ayı... Parmaklıkları yalıyor. Acıkmış zavallıcık. Birazdan onun da yemeğini veririler. Hemen yan kafesteki kocaman kedicik de aslan. Haşmetini görüyor musun? Bir aşağı bir yukarı yürüyerek ‘Ormanların kralı benim’ demeye çalışıyor....”

        Çocuğuna hayvanları tanıtmak için uğraşan annenin yanına yaklaşıp “O fil mutlu olduğu için dans etmiyor; ayının karnı aç değil; aslan ise ‘hava atma’ nedir bilmez. Bu hareketler hayvan psikolojisi uzmanlarına göre mutsuzluklarının göstergesi. Doğal ortamlarından koparılıp daracık alanlara tıkılınca bunalım geçiriyor hayvancıklar” demek isterdim. Aynen sirkteki bisiklete binen elbiseli şempanzeleri seyrederken yaşadıkları “eğitim işkencesi”ni bilmediğimizden “Ah zavallıcık” yerine “Ay ne komik” dediğimiz gibi... Benzer hataları tekrar edip duruyoruz. Keyif veren her olgunun ardındaki gerçekler söylenince de maalesef genelde ya umursamıyoruz ya da (keyfimiz kaçırıldığı için) agresifleşiyoruz.

        Hayvan psikolojisini inceleyen uzmanlar, açlık derecesi ne olursa olsun doğal ortamlarındayken aslan, kurt, ayı gibi vahşi hayvanların kendi türüne saldırı oranının çok düşük olduğunu, ama hayvanat bahçesindeki yaşamları süresince her acıktıklarında ve yiyeceklerin dağıtılma saatine yakın “kafes arkadaşlarıyla” ciddi dalaşmalar yaşadıklarını söylüyor. Tüm hayvanların doğal ortamlarından uzaklaştırıldıkları an sadece buna benzer tavırsal değişiklikler değil ciddi fiziksel sorunlar yaşadıkları da bir gerçek. Dışarıdan ne kadar vitamin desteği verilirse verilsin çok ciddi sağlık sorunları geliştirerek sayemizde normal yaşadıkları süreyi tamamlayamadan göçüp gidiyorlar.

        Peki, ya biyolojik sıralamada memeli hayvanlar grubuna giren biz insanlar? Gerçekten doğal ortamımızda mı yaşıyoruz? Yoksa kendi kendimizi belki parmaklıklar arasına değil ama duvarlarla örülü binalarda, doğadan izole “kendi inşa ettiğimiz hayvanat bahçelerimiz”e mi hapsediyoruz?

        En sıklıkla karşılaştığımız sağlık sorunları hangileridir? Şeker hastalığı, obezite, kalp rahatsızlıkları, kanser, Alzheimer, Parkinson, depresyon... Peki bu hastalıkların sebepleri nelerdir? İşte bu soruya verilen yanıtlar hiçbir zaman net ve basit değildir. Geçen hafta Frontiers in Psychology adlı bilimsel dergide yayımlanan bir makalede Illinois Üniversitesi bilim insanları bu soruyu hepimizin anlayacağı dilde kısaca özetlemişler: “Biyolojik birçok rahatsızlığın oluşumunda bağışıklık sistemimizin savaş verme yeteneğinin zayıflaması yatar. Bunun ardında yatan ana problem ise doğadan uzak, son derece yapay ortamlarda yaşamamızdır. Diğer bütün faktörler bu ana sebebi takip ederler.” Pennsylvania’daki Paoli Memorial Hastanesi’nde doktorların safrakesesi ameliyatlı hastalarda gözlemledikleri ve tüm tıp dünyasıyla paylaştıkları ilginç bulgular da bu savı kesinlikle destekliyor: Aynı yaşlarda safrakesesi ameliyatı olan hastaların bazılarının birkaç günde kendilerini toparladığı ama diğerlerinin tam 4 kat daha uzun bir süreye ihtiyaç duydukları dikkat çekmiş. Sebebini araştırdıklarında çabuk iyileşen bütün hastaların yattıkları odalarının orman manzaralı, diğerlerinin pencerelerinin ise bina duvarlarına baktığı anlaşılmış. Olayı daha derinlemesine incelemek isteyen hekimler, hastaların kan tablolarını da göz önüne almış. Verilen ilaçların etkisinin daha kısa sürede görülmesi, bağışıklık sisteminin kısa sürede eski gücüne kavuşması ve tüm kan tablosundaki mükemmelliğin yine orman manzaralı odalardaki hasta gruplarında daha sıklıkla görüldüğü fark edilmiş. Bu gözlemden sonra hastane olarak bütün hasta odalarının önlerine ağaçlar dikilmiş, suni çağlayanlar inşa edilmiş, çiçekli yürüyüş yolları oluşturulmuş.

        Hasta psikolojisi üzerine yazılan makaleler incelendiğinde buna benzer binlerce araştırma olduğu anlaşılıyor. Doğayla iç içe yaşayanlar ve yaşamayanlar, doğadan uzakta veya doğası güzel ortamlarda tedavi olanlar arasında ciddi sağlık farkları var gerçekten. Yıllardır bilinen bu gerçeğin günümüz tıp dünyasında “çok önemli bir konu” olarak geçen hafta tekrar gündeme getirilmesi çok sevindirici. Son zamanlarda alternatif tıp tedavileri, psikolojik etkenler Mayo Klinik, Cleveland Klinik gibi tanınmış tedavi merkezlerinde sıklıkla tartışılmaya başlandı. Sağlık görevlileri bu konuyu tartışırken bizlere de çok önemli rol düşüyor elbette. Biraz önce de söylediğim gibi modernleştirdiğimiz dünyada, kendi oluşturduğumuz, asıl bulunmamız gereken doğal ortamlarla alakası olmayan bir çeşit “insanat bahçeleri”mizde yaşıyoruz. “Acıkınca” birbirimize saldırıyor, psikolojimiz bozulduğunda da “tik”ler geliştiriyoruz. Parmaklıksız hapishanelerde yaşadığımızın farkına varmak için illa birilerinin dışarıdan bize fındık fıstık atması gerekmiyor. Şöyle bir başımızı kaldırıp etrafımıza, sağlığını yitirmiş sevdiklerimize, aynada kendimize bir bakalım... Sonra da başımızı pencereden uzatıp etrafa bir göz atalım. Yaşamak ve görmek istediğimiz düzen bu mu? Kim yok etti bu doğayı? Kim ördü görünmez parmaklıkları?

        “Bu saatten sonra yapacak bir şey yok” diyenlere psikologların önerileri aynen şöyle:

        -Çocuklarınızı cadde üzerinde değil, biraz daha yeşil alanlarda oynaması için yönlendirin. Gerekirse yeşil alanlara kendiniz götürün.

        -Çalışma masanız duvara dönükse ve de odada bir pencere varsa, hele de pencereden dışarıya baktığınızda bir tane bile olsa ağaç görüyorsanız derhal masanızı pencereye yönlendirin.

        -Pencerenizin önünde tek bir ağaç yoksa o zaman dikin bir tane. Tek bir taneyse ikinciyi de siz dikin. Yan yana ağaçlar daha çabuk büyürler.

        -Hafta sonları çarşı, pazar alışverişlerini kısa tutun, yeşil alanlara daha çok vakit ayırın.

        -Ev alırken yeşil alanı olan bölgelerde olmasını tercih edin.

        -İç mekânlarda gerçekleştirdiğiniz her sporu (mümkünse) açık havada yapmaya çalışın.

        -Yok edilen yeşil alanları sosyal medya üzerinden kınamakla kalmayıp yaşadığınız ortamlarda kendinize bir yeşil alan oluşturun.

        Her ne kadar karanlık bir tablo gibi görünse de sözümü tıbbın ileri sürdüğü istatistiki bir sonuçla noktalayayım: Yapılan hesaplamalara göre 2020 yılında hızla yok edilen yeşil alanlar yüzünden insanlarda depresyon oranı da paralel olarak hızla artacak. Her 100 insandan 15’i psikolojik ve ciddi fiziksel problemleri için tedaviye ihtiyaç duyacak.

        Bu tabloyu değiştirmek de, kendimizi hapsettiğimiz düzenden azat etmek de tamamen elimizde. Geri dönüşü olmayan yola girmeden...

        Diğer Yazılar