Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ABD’de başkanlık seçim kampanyası her geçen gün biraz daha kızışıyor. Politikadan hiç de hoşlanmayan ben, her adayın konuşmasını dikkatle izliyorum. Gerek Demokrat Parti gerekse Cumhuriyetçi Parti adayları arasından sadece Senatör Bernie Sanders ve Rand Paul her konuşmasında altını çize çize “ülkenin (ve de dünyanın) barışcıl ve huzurlu bir döneme adım atabilmesi için bilime verilen desteğin artırılması, global iklim değişiklikleri için girişimlerin en kısa zamanda alınması gereğini” anlatıyor. “Başkalarının topraklarında ne işimiz var?” sorusunu soran da bir tek onlar. Diğer adaylar aynı yumurtanın farklı pişirilmiş hali gibiler: Rafadan, çılbır, katı haşlanmış, kayısı... Millet damak tadına göre seçim yapıyor. Sonuçta nereden bakarsanız bakın yenilen şey “yumurta” olacak. En azından benim önem verdiğim iki konuya (yani bilime ve teröre) karşı bakış açıları aynı, ama kullandıkları kelimeler ve konuşma tarzları farklı. Birleştikleri ana nokta: “Bilimden önce güvenlik önemli! Bunun için terörle savaşa kaldığımız yerden (hatta biraz daha agresif olarak) devam!” Pek fazla dile getirilmeyen gerçek, son 20-30 yıl içerisinde “terörü engellemek, güven sağlamak için” harcanan para miktarının milyarlarca değil, TRİLYONLARCA dolar olduğudur. Elde edilen “başarı” oranı ise gözler önünde! Böyle bir ortamda akla gelen klasik bir söz vardır: “Sen o parayı bana ver, bak ben neler yapıyorum.” Dışarıdan işin detaylarını ve ince hesaplarını bilmeden konuşanların boş sözüdür bu. “Aklı ermeden oturduğu yerden ahkâm kesmek” olarak da algılanır. Ben de siyasetten bihaber ahkâm kesiyorum burada belki ama dile kolay, trilyonlarca dolar! Aklımın ermediği ince planlar her ne ise, hiçbirinin hâlâ yoluna girmediği ise besbelli. Zira her ABD Başkanı adayı her gün bu konu üzerinden siyaset yapmaya devam ediyor.

        Defalarca tekrar ettim ama yine söylemek gereği duyuyorum: Dünyanın her köşesinde (tabii ki ülkemiz de dahil) terörle savaş sadece bilimle yapılabilir; güvenlik de sadece bilimle sağlanabilir. Terörizm üzerine yapılan bilimsel araştırmalar gereken mesajı açık açık veriyor zaten. İşte sizler için seçtiğim 5 önemli bulgu:

        1-ABD Barış Enstitüsü’nün Psikolog Dr. Eric D. Shaw başkanlığında yaptığı araştırmaya göre, siyasi teröristlerin % 98’i 19-26 yaşlarındaki delikanlılar.

        2-Kendileriyle konuşulduğunda % 95’inin “kendisine bir kimlik arama” peşinde olduğu anlaşılıyor. Kimlik edinmek içinse bir fikir veya bir inanışın savaşını vererek kahraman olmayı tek yol olarak gördükleri dikkat çekiyor. (Bu soruları yanıtlayanlar arasında El-Kaide Sözcüsü Adam Gadahn gibi isimler de var.)

        3-Güney Florida Üniversitesi’nden Prof. Dr. Randy Borum, ele geçirilen teröristlerle sohbet ettiğinde her bir bireyde belirgin olarak “bir gruba ait olma isteği, bir amaç için savaş verme ihtiyacı” gözlemiş. Araştırmasının detaylarını “Psychology of Terrorism” isimli bilimsel dergide yayımlamış.

        4-Hoover Enstitüsü, psikologları bu gençlerde beyin yıkama sırasında din, kültür ve köken gibi değerlerin ön plana “sömürülen ve yıpratılan değerler” olarak getirilip haksızlıklar üzerine konsantre edildiklerini, bunun çözümünün ise (gösterilen hedeflere) saldırma ve yok etme ile olabileceğine odaklandırıldıklarını dile getiriyor.

        5-2 bin 32 terörist üzerinde yapılan sorgulamada ise her gencin “heyecan arayışı içinde oldukları” çok önemli bir faktör olarak gösterilmiş.

        Özetlersek... Kimlik arayışında, bir gruba ait olma isteğinde, bir amaç gütmek hayalinde, heyecana ve başarıya aç, manevi değerleri ve doğruyu savunup yanlışları yok etmek peşinde koşan gençler, terör örgütlerince (işin içerisine para da katılarak) avlanmakta. Ne ilginç bir ironidir ki genç bilim insanlarında aranan özellikler de biraz önce saydığım aynı özelliklerdir. Bilim, insana kimlik kazandırır, ekip olarak bir amaç için savaşmak prensibini takip eder, heyecan doludur, başarılı olunduğu takdirde kişiyi gençlerin idolü kılar. Aradaki tek fark, bu gençleri yönlendiren beyinlerdir. Biri YIKMAYA, YOK ETMEYE yöneliktir, diğeri İNŞA ETMEYE VE ÜRETMEYE. Trilyonlarca dolardan bahsettim az önce. Acaba bu meblağın bir kuruşu terörün yoğun olduğu bölgelerde yaşayan gençlerin hayallerini ve bu enerjisini bilimde, yapıcılıkta kullanma şansı için harcanmış mıdır? Beyin avında usta bir ülke olan bir ülke bu beyinleri neden avlamamaktadır? “Terör bahane petrol şahane” diye düşünülse bile bilimle (bu amaçla) kurulacak yapılanma sayesinde gençlerin büyük bir çoğunluğu kendisini terör örgütünün kucağında değil şevkle çalışacakları, maddi manevi tatmin olacakları, topraklarını kalkındıracak bir sistem içerisinde bir iş sahibi olarak bulabilirlerdi. Bu, bir nevi yap-işlet-devret felsefesiyle, teknoloji ve bilimi yeşerterek terörle savaşmaya harcanan trilyonların misliyle geri dönüşümü için (ve de her neyse o asıl amaca ulaşmak için) tek yoldur. Alan razı satan razı başarısını yaratmak da bilimsel bir düşünce ve beceri işidir.

        Farkındayım ütopik fikirler yazdım bu hafta... Yumurta alerjim depreşti şu sıralar, ona verin!

        HAVA KİRLİLİĞİ İŞİMİZE YARAYABİLİR!

        “PROBLEMLERDEN şikâyet etmek yerine problemleri lehimize çevirebilmek” birçok sorunu ortadan kaldırabilir. Bu problemlerden biri de hava kirliliği. Geçen hafta Journal of American Chemical Society’de yayımlanan bir makalede Güney California Üniversitesi bilim insanları, atmosferdeki (% 79 oranda) karbondioksitten enerji kaynağı olarak kullanılmak üzere methanol elde etmenin yollarını anlatmış. Kimya endüstrisi yılda yaklaşık 70 milyon ton methanol üretmekte. Çünkü methanol aynı zamanda plastik yapımında kullanılan etilen ve propilen için de kaynak. Adı geçen araştırmada karbondioksitten methanol elde edilmesi için kullanılan homojen katalist ruthenium, yapısıyla yüksek ısıda defalarca kullanılabilme özelliği taşıyor. Böylece ucuza mal olacak methanol üretimi sadece enerji üretiminin değil plastik yapımının maliyetini de düşürecek.

        ANTARKTİKALI MANTAR UZAYDA MUTLU

        BAŞKA gezegenlerde hayat tartışılırken en çok sorulan soru: “Dünya’mızda var olan hangi canlı türü uzayda (örneğin Mars’ta) yaşayabilir?” Bu soruya aranan yanıt için şimdiye kadar onlarca mikroorganizma test edilmek üzere uzay istasyonuna gönderilmiş, bir süre oradaki fiziksel ortama (özellikle radyasyona) maruz bırakıldıktan sonra Dünya’ya geri getirilerek canlılık testi yapılmış. Avrupa Uzay Araştırma Grubu’ndan bilim insanları, geçen hafta yaptıkları basın toplantısında, Antarktika’dan izole edilen bir mantarın 18 ay süreyle uzay istasyonunda kaldıktan sonra geri getirildiğinde % 60 oranında hayatına devam edebildiğini açıkladı. Mantarın maruz kaldığı ortam özetle: % 95 karbondioksit, % 1.6 argon, % 0.15 oksijen, % 2.7 nitrojen, 1000 paskal basınç. Astrobiyoloji Dergisi’nde detayları açıklanan makalede, bu mantarların Mars’ta da hayatlarını devam ettirebilme şansları olduğu ifade ediliyor.

        Diğer Yazılar