Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Okumuş, bilim insanı olmuş. Kolay mı öyle bilimsel buluşlar yapıp onca insanın önünde konuşmak, fikirlerini savunmak? Herkesin harcı değil yaratıcılıkla, azimle, başarıya ulaşmak...”

        Bu 3 cümlelik methiyeler dizgesi o bireyi alıp diğer insanlardan ayrı, bambaşka bir konuma oturtuyor değil mi? “Özel insan” diyor, hayranlık duyuyor, haberlerden ya da sosyal medyadan da olsa yaptıklarını, fikirlerini takip etmeye başlıyoruz. Elbette rekabet ortamında diğerlerinden sıyrılıp sivrilmek kolay değil. Başarıya ulaşmanın at yarışından hiçbir farkı yok. Biliyoruz ki her koşan ipi göğüsleyemiyor. Bırakın ipi göğüslemeyi bazen “koşmayı” göze alamıyor insan. Peki neden? Neden birileri kendisine bir hedef koyup ulaşmak için çaba sarf ederken ve de hayallerine ulaşırken diğeri daha yarışa başlamadan pes ediyor, umutsuzluğa kapılıp ipin ucunu bırakıyor? İki birey arasındaki fark nedir? Zekâ düzeyi mi? Maddi koşullar mı? Eğitim imkânsızlıkları, aile sızıları, politik bağ yanlışlıkları mı? Yoksa bir insanı hayallerine ulaşabileceği yolda hedefe iten de, daha emeklerken çelmeleyen de sadece kendine olan özgüveni ve kişiliği midir? Belki de sadece şans ve kısmettir!

        “Evet”ler ve “Hayır”larla açıklanamayacak kadar karmaşık ve derin konulardır bunlar. Bir de konuyu tartışan kişiye bağlı değişkenler girince işin içerisine ortaya tatmin edici bir yanıt kolay kolay çıkmaz. Buna rağmen tartışmaya bile gerek olmayan tek gerçek vardır ki o da (hayallerine ulaşmaya) engel olarak sayılan klişe bahanelerin âlâsına sahip olup büyük başarılara imza atan insan sayısının hiç de az olmadığıdır. Kısacası (istisnalar hariç) engel olarak sayılanlar aslında duruma uygun, ustaca öne sürülen bahanelerdir.

        Bundan yaklaşık iki yıl önce yine bu köşede her insanın aslında birer dâhi olarak doğduğunu konuyla ilgili çok sayıda bilimsel makaleden örnekler vererek anlatmaya çalışmıştım. O yazımdaki anlattıklarımla bugün tartışmaya sunduğum konuyu bir araya getirdiğimiz zaman anlaşılıyor ki “ya dâhi doğup dâhi olarak ya da dâhi doğup dâhilikten aleladeliğe transfer olup dâhilere hayran olarak” göçüp gidiyoruz bu dünyadan.

        Fiziksel olarak tekerlekli sandalyesine bağlı, ama zihinsel olarak evren gezgini İngiliz fizikçi Prof. Dr. Stephen Hawking’i tanımayanımız kalmamıştır sanırım. Geçen hafta yine o muhteşem yaratıcılığı ve ilginç düşünce tarzıyla biraz önce bahsettiğim konuyu gündeme getirdi: “İnsanların içindeki gizli kalmış dehayı ortaya çıkarmak mümkün” dedi. Bir televizyon programında (her ne kadar programın amacı farklı gibi gösterilse de) bilimle yakından uzaktan ilgisi olmayan insanları bir araya getirip, değişik sorular sorarak, daha farklı düşünmeye yönlendirerek uzaydaki kara delikler hakkında ilginç savlar ve filozofik yaklaşımlar üzerine tartışmalar başlattı. Daha başını kaldırıp gökyüzüne doğru dürüst bakmamış; yıldızlarmış, gezegenlermiş sorgulamamış; merak bile etmemiş insanlar (Hawking’in sorularıyla) bir anda uzayda olup bitenler üzerine heyecanlandılar, fikir yürüttüler, bilimin ileri sürdüğü bazı hipotezlere yakın olasılıkları daha önce hiç duymadıkları halde kendi fikirleriymiş gibi ortaya attılar!

        Ne kadar ilginç değil mi? İşte böyle bir şeydir insanoğlunun taa derinlerde üstü toz tutmuş bekleyen, uykuya çekilmiş yaratıcı gücü ve bilim aşkı. Kış uykusundaki o dâhi benliği uyandırmak için kelimenin tam anlamıyla beyni biraz “gıdıklamak” gerek demek ki. Beyni neye karşı “gıdıklarsanız” doğal olarak o konuya karşı uyanış olur. Nobel Kimya Ödüllü değerli bilim adamımız Prof. Dr. Aziz Sancar da geçen hafta gençlere “Aman gözünüzü seveyim siyasetle uğraşmayın, bilimle uğraşın, bilim yapın” dedi. Hayatı boyunca yaşadığı bütün zorluk ve imkânsızlıklara rağmen ülkemize bu onuru kazandıran böylesi değerli bir insandan bundan daha güzel bir tavsiye gelebilir miydi? Ne konuda olursa olsun bugün hayallerine koşan, ulaşan, ulaşamasa bile o yoldaki çabalarıyla kendiyle gurur duyulan her bireyin beyni, ya bir öğretmeni, ya takip ettiği bir rol modeli tarafından ya da medyada lanse edilen başarılı bir isim tarafından “uyandırılmış” kişilerdir. Gerisi bahaneler saymak yerine bu yolda birilerinin başarıyı hediye paketi içerisinde kendisine sunmayacağının bilinciyle ve kendine güveniyle, sabırla, dimdik, azimli bir insan olarak yürümesinden ibaret.

        Ah bir de televizyonuyla ve de gazetesiyle tüm medya kendisine düşen görevi yerine getirerek gençlerin beyninin doğru bölgelerini gıdıklasa...

        BAKTERİLERLE SAVAŞTA DEVRİMSEL BULUŞ

        Doğadaki her türlü düşmanla savaş, sadece tek bir yöntemle kazanılır: Düşmanın kuşatmak için kullandığı stratejiyi kendisine karşı kullanarak! Nasıl mı? Bakterilerin büyük bir kısmı vücutta tutunabilmek ve dışardan (yaşadıkları vücuttan) gelen saldırılara (antibiyotik ve antikorlara) karşı korunmak için kendilerini içine sığınarak sakladıkları “biyofilm” adı verilen bir madde oluştururlar. Bakterilerin (bu biyofilmi oluşturmak için) kendi salgılamış oldukları enzimlerin glikozit hidroliz domain bölümü bakterilerin yine kendi kaleleri olan biyofilmi parçalayarak yıkabilecek bir yapıda.

        Bunu keşfeden Toronto Üniversitesi biilim insanları, enzimlerdeki bu “bölümü” kullanarak enfeksiyonların daha kolay tedavi edilebileceğini ileri sürdüler. Bu enzimler sayesinde bakteriler ölmüyorlar fakat “kaleleri” yıkıldığı için antibiyotik ve immün sistem saldırılarına karşı savunmasız kalıyorlar. Araştırma 20 Mayıs’ta Science Advances isimli bilimsel dergide yayımlandı.

        GDO’LU BESİNLER ZARARSIZMIŞ!

        Bilimde yürünen yollardaki zorluklardan bahsetmişken önemli bir noktaya değinmeden geçmemek lazım: Dürüstlük ve sadece doğruları savunmak hedef olarak seçildiğinde (ne kadar başarılı olunursa olunsun) bir bilim insanı olarak birtakım politik oyunlarla yüz yüze gelindiğinde yaşanan hayal kırıklığı büyük oluyor. Sadece doğrular üzerinde ayakta durması gereken bilimin sıklıkla sırf para için manipüle edilmesi bir bilim insanının en çok rahatsızlık duyduğu konudur. Geçen hafta (17 Mayıs’ta) Amerikan Bilim Akademisi, genetiği değiştirilmiş yiyeceklerin (GDO’lu) aslında ne doğaya ne de insanlara zararlı olduklarını ilan etti. Daha haberi okurken yükselen tansiyonum araştırmayı finanse eden ana şirketin ismini görmemle birlikte kahkahaya dönüştü. Milyonlarca dolar veren ve bu haberi tüm basın organlarına dağıtan firmanın adı: Monsanto. Monsanto, GDO’lu besin üretiminde adı en çok geçen, en büyük şirketlerden biridir. Araştırmayı incelemesi için kurulan jüride ise GDO’lu besin üretiminden köşeyi dönmüş işadamları var. Sanırım bu komedi durum için daha fazla yoruma gerek yok.

        Diğer Yazılar