Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ülkece geçtiğimiz şu zorlu günlerde sadece sosyal medyadan takip edebildiğim karşılıklı sürtüşmeler bana 2008 yılında Psychopharmacology isimli bilimsel dergide çıkan, çok uzun süre medyanın gündeminde kalan bir makaleyi hatırlattı. Araştırma yöneticisi psikolog Dr. Craig Kennedy yaptığı basın toplantısında araştırmalarının sonucunu şu sözlerle özetlemişti: “İnsanoğlunun canı düzenli olarak 3 şey çeker: Yiyecek, seks ve kavga.” Bu açıklamaya tepki verenlerden gelen “Yiyecek ve seksi anladık da kavga nereden çıktı?” sorusuna verdiği yanıt ise aynen şöyleydi: “Deneylerle keşfettiğimiz bu bulgu bütün omurgalılar için geçerli bir gerçektir. Bunun sorumlusu ise vücutta doğal olarak üretilen dopamin isimli kimyasaldır. Gerek hayvanları gerekse çevrenizdeki insanları gözlerseniz hiçbir sebep olmadan da bahaneler yaratarak kavga etme isteklerini fark edeceksiniz.” Araştırma üzerine yapılan tartışmaları internetteki “chat” (fikir alışverişi) sayfalarında izlerken çok güldüğümü hatırlıyorum. Ortaya bir fikir atılmıştı ya, okuyucular arasında anında “onaylayanlar” ve “onaylamayanlar” diye 2 grup oluşmuştu. Farklı görüştekilerce karşılıklı yağdırılan hakaretler, aşağılamalar had safhadaydı. Hele “İnsanın canı kavga çekmez” fikrini savunan gruptan gelen yorumlar... Savundukları fikrin tam tersine, duygularını ifade etmek için nefretle yoğrulmuş, kavgacı formda cümleler kullanıyorlardı. Uzunca bir süre bu konuda ben ne düşünüyorum karar verememiştim. Canımız gerçekten kavga ister mi? Belki de! Hatırlarsanız 2015 yılının başlarında hemen hemen bütün dünya ülkelerinde dantel bir gece elbisesi hakkında “Bu elbise sizce ne renk?” tartışması aylarca sürmüş, televizyonlarda ciddi kavgalar edilmiş, ardından da bir fenomen olarak Vikipedi’de ve bilimsel dergilerde “insan görüşlerinin farklılığı” sembol bir olay olarak yer almıştı.

        Ne konuda olursa olsun fikirler ikiye dahi ayrılsa o ayrılan kategoridekiler de asla yekpare bir bütünü oluşturmazlar. Aynı fikirde olanlar da savundukları fikir içerisinde sayısız ince detayla birbirlerine ters düşeceklerdir. Bu farklılıklar çoksesliliktir, çok renkliliktir. İnsanları büyüten, geliştiren, yaratıcı kılan tek unsurdur. Lakin farklı düşünmek ve hedefler koymak uzlaşmanın sınırlarını aşıp saygısızlıkla birlikte bir inada dönüşürse, bireyler bir aile içerisindeyse o aile, arkadaşlık grubunda ise o dostluk, bir ülke sınırlarında ise vatansal bütünlük ufalanır, dağılır. Bütün bu sebeplerden dolayı 2008 yılında yapılan bu bilimsel araştırmayı hiçbir zaman ciddiye almadım ben. İddia ettikleri açıklama insanları kontrolsüz ve beyinsiz sadece dopamin etkisiyle saçmalayan varlıklar olarak göstermektedir. Oysa insanlar içlerinde oluşabilecek saldırgan duyguları kontrol edebilecek kadar iradeye sahip varlıklardır.

        10.500 kilometre uzakta yaşayıp haftada bir kez bu köşede sizlerle buluşan bir bilim insanı olarak olayları içerden değil dışardan daha farklı bir perspektif içerisinde gözleyerek bir hatırlatmada bulunmak istedim bugün. Gün, ülkemizde uygulanmak istenen darbeye karşı olan her bireyin karşıt düşüncedeki vatandaşlarını yargılamayı bir kenara bırakarak dışardan gelen çok büyük bir tehdide karşı bir yumruk olma günüdür. Bir ülkenin savunma tarzı aynen vücudumuza giren mikroba karşı bağışıklık sitemimizin verdiği savaşa benzer. Savaş (özellikle T hücreleri dediğimiz savaşçı lenfositlerce) işgal etmeye karşı verilen mikroba karşıdır. Dört çeşit savaşçı hücre vardır:

        1-Sitotoksik T hücreleri (CD8): Bu savaşçıların görevi vücuda ait normal gibi görünüp mikroplarca istila edilmiş hücreleri yok etmektir. Çünkü o hücreler zaten görevlerini artık yerine getirememekte, mikroplarca kalkan olarak kullanılmaktadır.

        2-Yardımcı T hücreleri (CD4): Bu hücreler bütün çalışan bağışıklık sistemini destekleyen aracı hücrelerdir. Aynen bir ülkenin vatanın ayakta kalması için güçbirliği yapan vatandaşları gibidirler.

        3-Düzenleyici T hücreleri (CD+, CD25): Bu hücrelerin görevi çok önemlidir. Çünkü eğer savaşçı hücreler mikroplarla savaşayım derken kontrolden çıkıp kendi hücrelerine saldırmaya başlarlarsa, vücut sadece mikroplara mağlup düşmekle kalmayıp bir de otoimmün rahatsızlık dediğimiz tedavisi neredeyse imkânsız olan bir illete tutulur. Bu da bir ülke içerisinde çıkabilecek iç savaşlara benzer. Sonuçta verilen savaştan (sadece) mikroplar zaferle ayrılır.

        4-T bellek hücreleri: Geçmişte benzer mikroplarla karşılaşıldığında uygulanan stratejiyi hatırlayarak uygulanması için tekrar gündeme getiren hücrelerdir. Bu da aynen 15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanı’mız Sayın Tayyip Erdoğan’ın “Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi direneceğiz” söylemine benzemektedir.

        Peki tamamen zıt fikirlerdeki insanların bir yumruk olma fikri ne derece gerçekçi bir yaklaşımdır? Bir insanın hayatını anlamlı kılan bazı değerlerine saygısızlık gösterdiği ve hatta zedelediğini düşündüğü bir bireyle işbirliği yapabilmesi nasıl mümkün olabilir ki? Biraz detaylı düşünsek “Hayatta bir arada bulunamam” dediklerimizle zaten T hücreleri gibi işbirliği yapmakta olduğumuzun farkına varacağız. Siyasi düşüncelerinden dolayı nefret kustuğunuz Mehmet Bey var ya... Onun oğlu eşinizin hayatını açık kalp ameliyatıyla kurtaran doktordur. Hani bir de Facebook’ta arkadaşınızın arkadaşı Ayşe Hanım vardı. Sizinle aynı fikirde olmadığı için ağzınıza geleni sayarak hakaret etmiştiniz... Hastanede yatan hastanızın yorgun hemşiresi Sibel Hanım o Ayşe Hanım’ın kız kardeşi. Size “Merak etmeyin biz bütün gece buradayız. Hastanız emin ellerde” demişti de o gece eve gidip rahat bir uyku çekmiştiniz. Bir başka örnek daha vereyim mi? Bankada hep güler yüzle karşılayıp halinizi hatırınız soran bankacı Fatma Hanım’ı hatırlıyor musunuz? Ne tesadüftür ki o kişi de işyerinizde “Bizden değil” diyerek bir “Merhaba”yı çok gördüğünüz Ali Bey’in hanımıdır. Geçen gün yolda kazara omzunuza çarptı diye “Sizin gibiler...” diyerek bağırdığınız kadının eşi babanızın cenaze namazını kıldıran, onun ve tüm aileniz için dua eden babacan insandır. Hani “Vatanını sevse burada kalır hizmet ederdi, vatan haini bunlar” diye çıkıştığınız yurtdışındaki bilim insanı var ya... İşte onun yaptığı buluşla kurtulmuştu hasta torununuz...

        Bugünlerde hatırlanacak ve irdelenecek tek şey “Yuvam” diyebilecek tek bir vatanımız olduğu, içinde var olan rengârenk görüşlerle bir anlam bulduğudur. T hücreleri gibi dayanışma içerisinde olmadığımız müddetçe her türlü enfeksiyona ve de kansere

        Diğer Yazılar