Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YOLDA sinirlenerek korna çaldığın, otobüste yanında oturan, göz göze geldiğin, gelmediğin, tek bir kelam etmediğin, beğendiğin, dalga geçtiğin, eleştirdiğin, hemfikir, zıt fikir, dindar ya da dinsiz diye nitelendirdiğin, küfrettiğin, yücelttiğin, hayran olduğun, çirkin bulduğun her ama her insan sana, bana hizmet veriyor.

        Kimi ev hanımı, kimi bakkal, kimi bankacı, kimi temizlikçi, kimi avukat, kimi çiftçi... Yaşadığın müddetçe hayatın onlara bağımlı. Onlarınki de sana... “Ben bana hizmet edenleri tanır, ona göre tavırlarımı ayarlarım” demen, en büyük hatan. Çünkü direkt sana değilse bile sana hizmet edenlere, sevdiklerine hizmet veriyor o her bir insan.

        Birbirimize zincirleme bağlıyız, bu durum hoşuna gitse de gitmese de... Küçümsemeye hakkın yok. Yüzüne baktığında bilemezsin o kişinin kimliğini, değerini, hangi yaralara derman olduğunu, neden öyle giyindiğini, düşündüğünü ve yaşadığını.

        Sevmek sevmemek senin seçimin ama... Anlamını doğru düzgün bilmediğin ama her yanlış hareketinde ağzından düşürmediğin, arkasına gizlendiğin, “Demokratik haklarım” dediğin şey, insanlara saygı göstermeye geldiğinde GEÇERSİZ! Ya her insana saygı duyacaksın ya da gidip bir mağarada tek başına yaşayacaksın.

        Tanımadığım bir vatandaşımızdan gelen e-posta sonrası uzunca bir süre hiçbir şey yapamadan bilgisayarımın başında öylece kalakaldım. Yukarıdaki sözlerimi bir megafonla bağıra bağıra herkese, her birimize hatırlatma ihtiyacı duydum. Olanlardan dolayı kendisinden utandığını ve bu yüzden adını kullanmamamı, ama mektubunu sizlerle paylaşmamda bir sakınca görmediğini belirtmiş okuyucumuz.

        Kısa bir bölümü aynen şöyle: “Görevli gittiğim Soma’da üzerimde takım elbiselerle minibüse bindim. Yanıma iki genç oturdu. Yırtık ayakkabılı, üst baş perişan, tırnaklar simsiyah... Rahatsız oldum açıkçası. ‘Elbisemi kirletiyorlar’ diye düşündüm. Bir tanesi ‘Abi saat kaç?’ diye sordu. Kolumdaki saate rağmen yanıt vermeden camdan dışarıya bakmayı tercih ettim. Onlara edeceğim tek bir lafı bile ‘harcamak’ istemedim.

        Önden orta yaşlı bir yolcu ‘Saat 8 kardeş’ dedi. Tanıyor olmalı ki, ‘yarın ocağa gidip gitmeyeceklerini’ sordu ardından. Diğer genç, ‘Gideceğiz Allah nasip ederse’ diye yanıt verdi. Yol boyu yanımda oturan nişanlısına almak istediklerini ve nasıl para biriktirdiğini anlattı arkadaşına. ‘Nişanlanacağına sen önce kendine bir ayakkabı alsan hiç fena olmaz’ diye geçirdim içimden.

        Ertesi gün Soma faciası gerçekleşti. Muhtemelen iki genç de hayatını yitirdi... Sana bana kömür hizmeti verirken... Gazetelerden okudukça, saat başı aldıkları 3-5 kuruş için gencecik akciğerlerini tozla dolduran, hayatlarını kaybetme riskini göze alan bu insanlara hissettiğim utanç verici duygularıma lanet okudum.

        Çok sınıfçıyız, çok kör ve hoşgörüsüzüz. Şu anda size yazarken bile ağlıyorum. Toplum psikolojisi de bir bilimdir. Bu konuya köşe yazınızda yer verin ne olur! Saygılarımla S.Ö.”

        Kömür madenine girip çıkmış insan fotoğraflarına bakıyorum. Herkes aynı. Ten simsiyah, yüzler yorgun. Korkuları, şikâyetleri, hayalleri pek farklı değil. Romanya’daki, Şili’deki, Amerika’daki fotoğraflar da aynı. Zor bir hizmet, zor bir misyon.

        Sonra astronot fotoğraflarına bakıyorum. Yine zor bir hizmet, zor bir misyon. Biri uzayın derinliklerine, diğeri yerin derinliklerine yolculuk yapıyor insanlar için. Hayati tehlikeyi bile bile... Biri çok kazanıyor, diğeri hiçe yakın. Biri minibüste yanına otursa gurur duyuyorsun, diğeri oturduğunda kaçacak delik arıyorsun. Oysa ikisi de eşit derecede insan ve kahraman. Garip değer yargıları oluşturmuş tuhaf varlıklarız vesselam.

        NASA’nın kömür madenciliğine getirdiği çözüm

        NASA’nın uzay misyonlarında “Çözülmesi gereken ilk 10 problem” sıralamasında 4. sırada yer alan bir konu, belki de bütün kömür madenlerinde kullanılabilecek bir buluşla sonlandı. Problem şu: Astronotlar herhangi bir ortamda, zehirli gazlarla yüz yüze kalırlarsa yardım gelinceye kadar uzun süre solunumlarını devam ettirebilecekleri bir sistem nasıl oluşturulabilir?

        Halihazırda kullanılabilecek oksijen tüpleri son derece ağır ve bu yüzden hareket kısıtlayıcı. Üstelik sıkıştırılmış oksijen, resmen patlamaya hazır bir dinamit kadar tehlikeli.

        NASA Kennedy Uzay Merkezi’nde çalışan mühendis David Bush, 2012’de bu probleme çözüm bulmak amacıyla bir araştırma başlattı. Geçen sene, kısaca CryoRASS (The Cryogenic Refuge Alternative System) olarak isimlendirilen bir sistem geliştirdi.

        CryoRASS çok hafif ve sırtta taşınabilen bir çanta (CryoBa olarak da isimlendiriliyor). İçi solunabilir sıvı havayla dolu. Hafif olmasına rağmen kapasitesi ağır sıkıştırılmış gaz tanklarından iki kat daha yüksek. Üstelik maliyeti beklenenden çok daha düşük. En ilginç özelliklerinden biri ise aktive olduğu anda çevresindeki hava sıcaklığını da düşürmeye başlaması.

        Kapalı kalınan dar mekânlarda sıcaklığın yükselişi hızlı nefes almaya, daha çok oksijen tüketmeye neden oluyor. Sıcaklığı da düşürebilecek CryoRASS sisteminin kalite kontrol çalışmaları önümüzdeki iki üç ay içerisinde tamamlanıyor. İtfaiye ve askeriyede de kullanılabilecek bu sistemin pazarlamasını yapmak isteyen şirketler çoktan sıraya girmiş bulunuyorlar.

        Yaptığım bir araştırmaya göre, ülkemizde bu buluşla ilgilenen bir kuruluş henüz yok. Soma faciasından sonra dünya tarihine kömür maden ocaklarındaki en büyük kazanın olduğu ülke olarak geçmiş bulunmaktayız maalesef.

        Umarım kömür ocaklarında, yeni teknolojileri kullanmaya başlayan ülkeler arasında da yerimizi bir an evvel alarak “yüzümüzü ak ederiz”.

        Diğer Yazılar