Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SEBEP-sonuç-çözüm ilişkisi, bilimde her kilidi açan anahtar olarak görülür. Bu yüzden, “İnsanı ne öldürür?”, bilim dünyasında en çok sorulan sorudur. Çünkü hayat kalitesini artırmak, yaşam süresini uzatmak ve daha da önemlisi güçlü olabilmek istiyorsak sadece bu klişe soru üzerinde düşünmenin yeterli olacağına inanılır. Bu yüzden yaşlanmak, fizyolojik ve mental rahatsızlıklar, stres, doğal afetler ve elbette politik kavgalar insanı öldüren düşmanlar olarak sıralanır, ardından her birine karşı değişik bilimsel stratejiler geliştirilmeye başlanır. Birçok bilim insanına normal gelen bu soru nedense bana hiç doğal ve akıllıca gelmemiştir. Sanki bir mantık hatası var bu işte. Düşünün bakın... Eğer doğru yolda olsaydık, özellikle son 20-30 yıl gibi kısacık bir dönemde geliştirdiğimiz teknoloji ve bilimde kat ettiğimiz inanılmaz yol ile dünyayı çoktan cennete dönüştürmüş olmamız gerekmiyor muydu? İnsanlarda mutluluk oranı her geçen yıl daha da dibe vuruyor. Gün geçmiyor ki yeni bir terör grubu, yeni bir hastalık çeşidi, insanları tehdit eden yeni bir felaket peyda olmasın. Sanırım dünyayı güzelleştirmek için çare ararken iyice çıkmaza giriyoruz. “İnsanı ne öldürür?” yerine “İnsan neden öldürür?” diye sormak gerekiyor bence. Bu iki soru arasında hiçbir fark yokmuş gibi görünse de ikinci soruyla inanın yürünmesi gereken hedefler de çözümler de bambaşka bir şekle bürünüyor. Dikkat ederseniz ilk soruda mağdur edilmiş insan psikolojisi var. Ortada bir “öldüren” var çünkü. Biz insanlar ise “zavallı öldürülen”. Oysa ikinci soruda “İnsan neden öldürür?” dendiğinde doğan problemlerde bir sorumluluk alma, yapılan hatalarda kendi rolünü soruşturma var işin içerisinde. Örneğin, insanı öldüren doğa felaketlerinin çoğunun ardında, insanın doğayı öldürmesinin büyük rolü var. Kanser, enfeksiyon ve hayatı tehdit eden diğer sağlık sorunlarının ardında ise kendi yarattığımız garip, kimyasal, doğallıktan uzak yiyecekler, deterjanlar, kozmetik ürünleri, ilaç sanayii, çevre kirliliği, oluşturduğumuz stresli yaşam aslında katilin ta kendisidir. Televizyon ya da bilgisayar karşısında oturarak, spor yapmamak için bahaneler uydurarak kendi bağışıklık sistemimizi katleden kişi yine kendimiz değil miyiz? Gerçekten de biz kendi kendimizin en büyük katiliyiz. Bilimin araştırmalarla ispat ettiği, bizi tehdit eden her sebebin yaratıcısı da muhtemelen bizleriz. Son 50 yıl içinde insanoğlunun her türlü savaşta birbirini öldürmesinin, en azından birbirine ters düşmesinin ardında da (çok çok derinlerde yatan) sebep olarak ne inanç, ne ırk farklılığını, ne petrol, ne de başka bir ekonomik hesaplaşmayı görüyorum ben. Peki insan neden öldürür? İnsanoğlu beyninde ve yüreğinde uzaydaki kara delik gibi bir boşluk hissettiğinde öldürür. O boşluğu doldurma arayışı sırasında karşısına çıkan yanlış insanların yanlış dolduruşlarıyla öldürür. Ağacı, hayvanı, kısacası doğayı öldürür, farklı düşünen insanı öldürür, sevdiğini ya da sevmediğini öldürür, kendini öldürür. İnsanoğlunun (her anlamda) “öldürmemesi” için tek çare bilimdir. Evrende milyarlarca galaksi içerisinde samanyolunda bir nokta gibi olan bir gezegenin üzerinde toz zerrecikleri gibi yaşayan bizlerin biraz alçakgönüllü olmasını hatırlatmak bilimin görevidir. Bal yapan arıya, çiçek açıp meyve veren ağaca, mikroskobun altındaki mini canlıya, kanındaki alyuvarlara, okyanustaki yaşama, sokakta yanından geçen her bireye ve canlıya biraz daha farklı bakabildiği an insan öldürmez, öldüremez, öldüreni destekleyemez.

        Bilimden yanıtlanması istenen 8 ana soru

        HER ne kadar bilim her geçen gün hayatımıza yeni bir buluş sunsa da çok önemli bazı sorularımıza yanıt getiremediği de bir gerçek. İngiltere’de Birleşik Krallık Bilimler Akademisi (kuruluşunun 350. yıldönümünü kutlamak için hazırlanan partide), bilim dünyasının tanınmış bilim, düşünür ve yazarlarından 8 kişi seçti ve bilimde en çok hangi soruya yanıt beklediklerini sordu. İşte o kişiler ve soruları:

        Astronomi Uzmanı Martin Rees: Tıp dünyasında yapılan yenilikler sayesinde artık daha uzun yaşadığımız bir gerçek. Bunun için bilim dünyasını gönülden kutluyorum. Lakin insan nüfusu hızla artarken bilimin sadece global olarak ortaya çıkabilecek problemleri ilan edip bu problemler için ciddi planlar yapmaması bana çok anlamsız ve üzücü geliyor. Yeni enerji kaynakları araştırmak bilim dünyasının birinci hedefi olmalı. Kafama takılan diğer bir konu da, dünyada ilk canlı oluşumuna bilimin hâlâ elle tutulur bir açıklama getirememesi.

        Toplum ve Bilim Uzmanı Prof. Kathy Sykes: Biri bana bilinç ve bilinçsizlik kavramını ve de hayvanlarda bilinç olup olmadığını bilimsel detaylarıyla açıklasın. Telepati, olacakları önceden hissetmek gibi bilinen bazı olgular beyin MR’ına bakılarak anlaşılamaz sanırım. Bunun bilimsel açıklaması ve bilinçle bağlantısı nedir?

        Fizik Uzmanı Mark Miodownik: Üçboyutlu bir yazıcıyla artık insanların istedikleri ve kendi dizayn ettikleri her şeyi print etme dönemi geliyor. Kim bilir belki de kendi telefonumuzu veya ameliyatlarda kullanmak için gereken organları bile print edebileceğiz. Durum buyken bilim, dünyada oluşabilecek ekonomik kaosa nasıl bir çözüm düşünüyor?

        Yazar Joan Bakewell: Her şeyin meydana geldiği “big bang” (büyük patlama) öncesi ne vardı? Hemen yanıt olarak “Kaos vardı” demeyin; çünkü ardından “Kaos nereden oluştu?” diye sorarım. Bana bunu işin içerisine dini katmadan anlatabilecek bir bilim insanı var mı?

        Yazar Tracy Chevalier: Ben de özellikle hızla artan nüfusun karnını nasıl doyuracağız onu merak ediyorum. Doğal yiyecekleri rüyamızda mı göreceğiz?

        Matematik Uzmanı Marcus du Sautory: Bilim, rakamların insan hayatındaki önemini çözmek için çalışıyor mu? Rakamlar ile tekrar eden doğal felaketlerin bir bağlantısı kurulsa önceden önlem almamız mümkün olamaz mı?

        Yazar Lionel Shriver: Beynimiz ve bilgisayar arasında bir bağ kurarak bilgi alışverişi yapma olasılığımız üzerine çalışmalara başlandı mı?

        Astronot Piers Sellers: Gezegenlere insan yolculuğu gerçekten mümkün olabilecek mi yoksa bu hayal dünyasında “Gideceğiz” ilanlarıyla mı yaşayacağız?

        Diğer Yazılar