Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İMRALI heyeti, Öcalan’ın yanından döndü ve “tatsız” demenin bile hafif kalacağı bir açıklama yayımladı. Açıklamada şöyle cümleler yer aldı: “Tarafların belirtilen hususlarda süreci doğru, ciddi ve kararlı yürütmesi halinde, en fazla 4-5 ay içinde tüm Ortadoğu’nun geleceğini belirleyecek büyük demokratik çözümün sağlanabileceğini vurgulayan Öcalan, bu ciddiyet ve kararlılığın gösterilmemesi durumunda, bölgesel kaosun derinleşeceği ve darbe mekaniğinin sonuç alabileceği uyarısını yapmıştır.”

        Kandil’i dönüştürmesi gerekirken kendisi Kandil’e dönüşen İmralı, “Türkiye’deki bütün darbeler ABD tarikiyle yapıldı. ABD Kobani’de bize hayran kaldı, şimdi de bizim yanımızda, ona göre” demeye getiriyor. Daha kötüsünü de yapıyor. Açıklamaya bakılırsa Habur’dan başlayarak ve 21 Mart 2013’ü de kastederek “yasal güvence sağlanmadan yaptığı çağrılarda yanılgılı olduğunu ve bu yanılgısından dolayı tüm Türkiye halklarına özeleştiri verdiğini” belirtiyor.

        Öcalan, çözüm sürecinin yol alabilmesi için gereken tek şart olan “PKK militanlarının çekilmesi” koşulunun hiçbir şekilde gerçekleşmemesinden dolayı özeleştiri vermedi. Süreç boyunca barış kararına muhalif marjinal örgüt bağlantılarının yaptığı polis ve asker infazlarından dolayı özeleştiri vermedi. 6-8 Ekim olaylarında HÜDA PAR’lı olduğu zannedilen öldürülen onca insan için özeleştiri vermedi. Ama yaptığı tek iyi şey hakkında neredeyse özür diliyor. 21 Mart 2013 Nevruz’unda yaptığı barış çağrısı için özeleştiri veriyor. Açıkçası, darbeli kaoslu tehditler bir yana, salt bu özür-özeleştiri bile sürecin geldiği hazin noktayı gözler önüne sermekte.

        ***

        Sürecin bu hale gelmesine neden olan ilk faktör, Kobani meselesinden bile önce gerçekleşen zehirlenme.

        Doğrusu, 2013’te başlayan süreçte barışa hiç olmadığı kadar yakınlaşmıştık. Önce Kandil, sonra BDP-HDP ve derken bizim sözde yerli, soldan dönme liberallerimizin “Sakın ha, AK Parti ile barış yapmayın, barışmanız AK Parti’yi güçlü kılar, bizi yalnız bırakmış olursunuz ve bizi yalnız bırakmanız sizin için iyi olmaz” virüsüyle zehirlenmese idi eğer...

        Kobani’de IŞİD’e karşı başarılı olamasa da belli bir mücadele veren ve saçı örgülü, eli silahlı kadın gerillalar üzerinden lansman yapan YPG’nin yarattığı havanın ABD’nin özel ilgisine mazhar olması ve bu ilginin bazı heveslere neden olması ise ikinci etkendir.

        Nitekim bakın Mehmet Altan, 24 Kasım tarihli “Ortadoğu’nun yeni modeli: Kürtler” başlığıyla yazdığı savaş çığırtkanı metninde yukarıda belirttiğim iki faktörü nasıl da berbat biçimde meczediyor:

        “Kobani, Kürtleri ‘model halk’ yaparken bir yandan da yepyeni siyasi bir alan açtı onlara. Devletleşme imkânını ele geçirdiler. Bir büyük Kürt devletinin nüvesini Kuzey Irak’ta Barzani oluşturamadı ama Kobani’de PKK ve PYD oluşturdu. Üstelik Batı dünyası da tümüyle yanlarında.”

        Açıkça, bağımsız bir Kürt devleti kurmak için aradığınız şans kapınıza geldi diyor, yazının tamamı PKK-PYD’nin “enternasyonaller” diye andığı kısmının iştahını kabartmaya yönelik.

        ***

        Üçüncü bir faktör İran’ın rolü olsa gerek.

        Türkiye ile Suriye üzerinden örtülü bir savaşa girişen İran’ın, PYD’nin Rojava ile ilgili beklentilerini tahkim ettiği biliniyor.

        Ancak İran’ın Rojava’yı desteklemesi, tamamen Türkiye’yi Suriye politikasından dolayı pişman etmek için. Siyaset hele dış politika gayet nahoştur, hayal bile edemeyiz ama Türkiye’nin diretmeye devam ettiği netameli konularda verdiği tek bir taviz bile İran’ın ya da ABD’nin tutumunu değiştirmesine neden olabilir.

        Dahası ve en önemlisi, YPG savaşçıları güzel olabilir ama ortada büyütülecek bir kahramanlığın olmadığı biliniyor. Kobani onca desteğe rağmen sadece düşmemeyi başardı, tehlikeyi tümüyle savuşturabilmeyi değil.

        Batılılar “IŞİD sakallı, terlik giyiyor ve kafa kesiyor, oysa PYD’nin YPG’si öyle mi? Onların özgür kadınları var, saçları da örgülü” diyerek, Esad’ın sırasını savdığı bir ortamda Ortadoğu’da kalan tek seküler grup olarak gördüğü YPG’liler lehine bir “algı” yaratmış olabilir. Ama olacakları şekillendiren algı değil, hakikattir.

        Türkiye’yi kaybetme pahasına bir algı balonuna yatırım yapanlar, o balon sönüp gittiğinde hakikatin çıplak çölüyle baş başa kalırlar.

        Diğer Yazılar