Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BARIŞ süreci, IŞİD’in Kobani saldırısı akabinde meydana gelen 6-8 Ekim olayları nedeniyle ağır bir darbe almıştı. 50 kişi hayatını kaybetmiş, hadise BDP-HDP’ye bağlı YDGH’nin kendisine benzemeyen Kürtleri fişledikleri, ev ve dükkânlarını yağmaladıkları ve yaşam haklarını hedef aldığı tekinsiz bir haletiruhiyeyi resmetmişti. Akabinde Aysel Tuğluk, çözüm sürecini başlatan ve istikrarlı biçimde devam ettiren hükümeti “IŞİD zihniyetinde” olmakla suçlamaya devam etti, “AKP’nin barış yolunda Kürtlere partnerlik edemeyeceğini” savundu. Bırakın bütün Kürtleri, bütün HDP’lileri bile temsil etmiyordu ama ne yaparsınız ki, “Demokrasi gelmeden barış gelmez”ci “ulusolliberal” entelijansiya ile çok sıkı fıkı olmak böyle bir “kafa” yapıyordu.

        HDP olaylara neden olan YDGH adlı topluluğu lanetlemedi. Bu grubun varlığının sona erdirilmesi noktasında bir niyeti vardıysa da bunu içinden geçirmekle iktifa etti.

        Seçime bağımsız adaylarla değil de partiyle gitme kararı veren HDP’nin % 10 barajıyla ilgili endişeleri ise şu şekilde yansıdı Selahattin Demirtaş’ın ağzından: “Barajı aşamazsak o zaman gerisini devlet düşünsün.”

        Bu şartlarda ağırlaşan atmosfer, 28 Şubat 2015’teki Dolmabahçe toplantısıyla ciddi ölçüde dağıldı. HDP’lilerden oluşan heyet ile Yalçın Akdoğan’ın yaptığı toplantı, devlet ile İmralı arasındaki barış kararlılığını yeniden temize çekti. Bu durumda Kobani üzerinden gerçekleştirilen uluslararası lansmanın büyük siyasi sonuçlar almaya yetmeyeceğini, böyle bir kurgunun sahada karşılığının olmadığını anlayan Kandil’in bir parça geri çekilmesinin de etkisi var. Ancak yine de Kandil’in “Hayaller Büyük Kürdistan, gerçekler iki minik kanton” dikotomisinden tamamen akıllanarak çıktığı söylenemez. Söz konusu toplantı ve mutabakat seyri HDP’nin % 10 endişesini izale etmiş olsa gerek, zira hükümet ne zaman barış ve çözüm iradesini berkitse desteği artan HDP oluyor, AK Parti değil. Gelgelelim önümüzdeki günlerde Nevruz’da Öcalan tarafından yapılabilecek muhtemel silah bırakma çağrısının HDP saflarında neredeyse isteksizlik diyebileceğimiz bir bariyere tosladığı da vaka.

        Söz konusu bariyeri sadece Kandil etkisiyle açıklamak mümkün değil ve elbette HDP’nin işi de zor.

        Zira HDP hem çözüm süreci dolayısıyla AK Parti hükümetiyle çalışmak zorunda, hem de yaklaşan genel seçimler dolayısıyla AK Parti’ye karşı muhalefet ortaya koymak zorunda.

        Türkiyeli bir parti olduğunu ispat edebilmek için % 10 barajını aşması gerekiyor ve bunu da ancak Türkiye’nin muhalefet boşluğuna, muhalefet partilerindeki kapasite kaybına oynayarak gerçekleştirebileceğini düşünmesi normal.

        Ancak normal olması bunun bir handikap olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

        Hem AK Parti’ye muhalefet edip hem Türkiye partisi olunup hem de yeni bir şey söyleyebilmek mümkün mü? Aslına bakarsanız mümkün.

        Türkiye’nin etnik köken/aidiyet saplantısını aşabilmiş ve kendi gen havuzunun değil bütün vatandaşların avantajlarını savunur hale gelmiş yeni ve sol duyarlıklı bir muhalif partiye ihtiyacı olabilir. Türk solunun bileşenleri günün sonunda ya ulusolcu oldu ya da görevi Batı modernitesini copy-paste yapmaktan ibaret şirket stajyerlerine dönüştü. Türklerin yapamadığı “bu ülkenin solunu” yapılandırma işi Kürtlere nasip olabilir.

        Ancak...

        Kendisini AK Parti’den ayrıştırma ve ona muhalefet etme adına, Marksist-Leninist kökeni itibarıyla aynı beşikte sallandığı jargon kardeşinin; Türkiyeli sol/eski sol-yeni liberal entelijansiyanın söylemine, dünya görüşüne ve İslamofobik eğilimlerine teslim olan bir HDP’nin şansını ıskalayıp eski Türkiye mantığının içine yuvarlanma tehlikesine karşı tedbir alması gerekiyor.

        HDP’nin yatkın olduğu sola ilişkin yeni ve “Türkiyeli” bir parti olabilmesi için ırkçılığa karşı sağlam bir direnç geliştirmesi ve ihtiyaçları doğru tespit etmesi gerekiyor.

        İhtiyaç nedir?

        CHP’nin ya da MHP’nin Kürt versiyonu değil.

        Diğer Yazılar