Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        AK Parti’nin seçim beyannamesini ve yeni Türkiye sözleşmesini yayınladığı gün Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kazakistan iş forumu sonrası ortak basın toplantısında şunları söylüyordu: “G-20 zirvesi kapsamında düşük gelirli ve gelişmekte olan ülkelerle alakalı bir perspektif geliştirmeyi hedefliyoruz. (...) Afrika’da yaşanan enerji sıkıntısı konusuna ayrıca eğilmek istiyoruz. Bir yandan çağdaşlık deyip diğer taraftan ezilen insanları görmezden gelmek olmaz.”

        Erdoğan, ziyaret ettiği Ortadoğu, Orta Asya, Uzakdoğu ve Afrika ülkelerinin çoğunda aynı vurguları yapıyor. Bizdeki goygoycular “N’oldu Mısır, n’oldu Rabia” diyerek kikirdeye dursun, Erdoğan ziyaret ettiği her yerde Mısır’dan giriyor, Myanmar’dan çıkıyor. Avantajlı durumda olan ülkelerin avantajsız durumda olanı desteklemesini değil bilakis sömürmesini salık veren dünya sistemini eleştiriyor. BMGK gibi küresel sistemin güçlü kurumlarının yeniden yapılandırılması gerektiğini ısrarla söylüyor, “Küresel vicdan uyanana kadar da söyleyeceğiz” diyerek altını çiziyor.

        Peki neden?

        Bütün bunlar Türkiye’nin üzerine vazife mi gerçekten?

        Nedenini ve evet, neden “vazife” olduğunu AK Parti’nin “Yeni Türkiye Sözleşmesi” adıyla ortaya koyduğu 100 maddelik metin gayet sarih bir biçimde teşrih etmekte. Hem de “insan onuru” kavramını, “insan odaklı kalkınma” hedefiyle yoğurup bu hedefleri yoksul ve mazlum halklara doğru teşmil ederek.

        Sözleşme, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni var eden İstiklal Harbi’ni selamlayarak açılıyor. Şu cümleler önemli:

        “İstiklal Savaşı’mız, sadece bir milletin var olma savaşı değil, bütün bir insanlık onuru için verilen kutsal bir mücadele idi. Bugün de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en temel ilkesi, insan onurunun korunmasıdır.”

        “İnsan onurunun korunması” görevinin “içeri” bakan yüzü şu:

        “İnsan onuruna yakışır bir kültürel ve ekonomik gelişmişlik seviyesine sahip olmak ‘insanı yaşatmak’ idealinin ayrılmaz unsurudur ve devletin asli sorumluluğu vatandaşlarının onurlu bir hayat sürmelerine zemin oluşturacak siyasi, kültürel ve ekonomik şartları sağlamaktır.”

        ‘Dışarı’ bakan boyutu ise şöyle: İstiklal Savaşı’mızın temel ilke ve ruhundan hareketle dış politikamızda her zaman mazlumların ve mazlum milletlerin yanında yer alarak insan onurunu koruyan değer odaklı bir yaklaşım benimsenecektir.”

        Birileri bunların “kâğıt üzerinde güzel duran boş hikâyeler” olduğunu ileri sürerse aldanmayın. Türkiye 2013 yılında en çok uluslararası yardım yapan ülkeler sıralamasında 3. oldu. İlk 2 sıradaki ülke ABD ve İngiltere idi. 2000’li yılların başında 45 milyon dolar civarında yardım yapan bir ülke iken 2013 yılında yaptığımız yardım tutarı 4.5 milyar dolara yükseldi. Türkiye’nin yönetiminin parayla ilişkisini ayakkabı kutularına sıkıştırmaya çalışanların asla anlamayacağı bir motivasyon: “Dost ve kardeş ülkelerde silinmeyen izler bırakma” gayreti.

        Kapa parantez.

        Yeni Türkiye sözleşmesinin kilit kavramı “insan onuru”.

        Bu milletin sadece kendi onurunu değil mazlumların onurunu da koruyarak yükseldiğini hatırlatan, hafızamızı “restore eden”, en azından bu amaçla yazıldığı belli olan bir metin.

        Neyin “yeni” olduğunu anlamak için ise daha birkaç yıl önce bir genelkurmay başkanına, “Sonuçta bir memursun” demenin yargılanmayı gerektirdiğini hatırlamak lazım. Oysa artık “millet amir, devlet memur”.

        Özetle: “İnsan onuru siyasi, ekonomik ve kültürel düzenimizin de, dış politikamızın da temelini teşkil etmekte.”

        Tabii her alanda olduğu gibi burada da denizin bittiği bir yer var:

        “Güvenlik adına özgürlüklerin kısıtlanmasının insan onurunu yok eden dikta rejimlerine, özgürlük adına güvenliğin ihmal edilmesinin ise kaosa ve iç çatışmalara yol açtığı gerçeğinden hareketle, özgürlük-güvenlik dengesini ve uyumunu siyasal meşruiyetin temeli olarak görüyoruz.”

        Tercümesi şu: “Yurtta vatandaşımın, cihanda mazlumların onurunu korumaya talip ve memur olmaya kalkmakla aldığım büyük sorumluluğun ve üzerime çekeceğim şimşeklerin farkındayım. Dolayısıyla yerel ve küresel kaos fabrikatörlerinin görev bilincimi, görevimi yapmamı engelleyecek şekilde suiistimal etmesine de izin vermem.”

        Vatandaş olarak altına imzamı atarım.

        Ancak, özgürlük-güvenlik-onur dengesinin fazlasıyla hassas bir terazi gerektirdiğini hatırda tutarak ve hatırlatma hakkımı saklı tutarak.

        Diğer Yazılar