Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        MERAL Akşener’in ismini, içinden kaset geçen cümlelerle beraber kullanmak, Meral Hanım’ı tanıyan birçok kişinin içini burktu. Son dönemde yürüttüğü siyasetten, ileri sürdüğü iddialardan hoşnut olmamak, şaşırmak, öfkelenmek ayrı şey, Meral Hanım’ın onurunun bu şekilde çiğnenmesini kabul edilebilir bulmak ayrı şey. Bir zamanlar kamuda başörtüsü yasağının kaldırılmasını sağlamak için Refah-Yol’un Refah kanadından bile daha çok uğraşmış bir kadını, muhafazakâr bir kadını, 28 Şubat’ın şedit şartlarına meydan okumuş bir kadını böylesi bir erkek muhabbetinin mezesi haline getirmek ne akla, ne ahlaka sığıyor.

        Her ne kadar Latif Erdoğan’ın da PDY’nin (Paralel Devlet Yapılanması) suç teşkil eden, insanları rehin alan yapısına dikkat çekmeye çalışırken gaflete düştüğünü tahmin etsem de, Meral Akşener’in ismini lekelemekle sonuçlanabilecek böyle bir ifade kullanmasını olağanüstü derecede çirkin buluyorum. Bunun “Latif Bey’in sözünü cımbızladılar” savunması ile tevil edilir bir yanı yok. O yayında bulunan ve Latif Erdoğan’a pası attıktan sonra kullanılmasını bekleyen ve ifadesine tepki göstermeyenler de sorumludur. Latif Erdoğan, kendisine böyle bir kaset olduğunu ve eğer isterse izleyebileceğini söyleyen GYV Başkanı Mustafa Yeşil ile ilgili iddiasını ispat edebilirse, en başta Mustafa Yeşil sorumludur.

        Meral Hanım’ın iffetinden kimse kuşku duymaz. Yine de burada tartışma konusu olacak şey, kimin özel hayatında neyin olup bittiği olmamalıdır. Kim günahkâr kim değil, bizim meselemiz olmamalı. Yapılacak şey insanların mahremine burnunu sokup, böcekler ve kameralar dayayıp daha sonra ifşa etmek amacıyla kayıt yapmayı göze alabilen zihniyet ve tarz-ı siyaseti tükürüklere boğmaktır. Bu amansız ve çirkin tecessüsü kullanarak politik tahkimat yapan her araç toptan reddedilmeli, itibar görmemeli, o tarafa dönüp bakılmamalı ki, bu duruş ve inat sergilenebilmeli ki, kimse kalkıp, tıpkı Meral Hanım’ın maruz kaldığı şekilde, olmayan bir kasetin, olmayan bir günahın yokluğunu ispat etmek gibi, eşyanın tabiatına aykırı bir yükümlülüğü taşımak zorunda kalmasın, böyle bir zulme maruz kalmasın.

        Siyasette, devlet işlerinde, memleket meselesinde kazanmak da tıpkı gündelik kazanç gibi helal yoldan olmalıydı. Ama olamıyor. Bazı faydalı tabularımız vardı, yıkıldı ve ortalığı çamur götürüyor.

        AÇ İNSANA YEMEK KİTABI VERMEK GİBİ

        GÜMRÜK ve Ticaret Bakanlığı, Perakende Yasası kapsamında yeni kurulacak AVM’lere ilişkin ölçütleri belirlemek için harekete geçmiş. Bakan Nurettin Canikli, bölgelerin tüketim talebinin önemli bir kriter olduğunu belirterek şu örneği vermiş: “Örneğin, Nişantaşı’nda harcama potansiyeli ile Esenler’deki harcama potansiyeli farklı. Zenginleştikçe harcama eğilimi azalır. Bu nedenle Esenler’de daha çok AVM’ye izin verilecek.”

        Çok merak ediyorum, acaba bu faaliyetten fayda umanlar, söz konusu tercihin yaratacağı geniş spektrumlu sosyal, kültürel ve hatta “manevi” zararı hesap ediyorlar mı? Cümlede geçen Esenler, Nişantaşı’nın aksine fakirlerin yaşadığı bir yer olduğu bilinerek vurgulandığına göre, yoksul ya da dar gelirlileri harcamaya, ellerinde avuçlarında ne varsa pırıltılı vitrinlerin sunaklarına bırakmaya teşvik etmek acımasızlık değil mi?

        Herkes biliyor ki, AVM’ler insanı bir şey satın almaya koşullandırır, hatta ihtiyaç duyduğu şeye para yetiremeyen kişiler, günün sonunda ihtiyaç duymadıkları ama paralarının yetebildiği şeyleri satın almış olarak evlerine dönerler. Sahici bir tatmin duygusu oluşturmaktan uzak olan bu etkinlikler, anlamlandırılamayan huzursuzlukların, giderek koyulaşan değersizlik hissinin de sebebi olur. Ödenemeyen kredi kartı borçlarının neden olacağı dramatik tabloyu tasvir etmeye ise gerek görmüyorum.

        Sizi bilmem ama bu mantık ve örnek bana bir hayli acımasız geldi. Hedeflenen şey belli: Arzu ettiklerine ulaşma noktasında zaten avantajsız durumda olanlara yeni arzular aşılamak. Ayrıca bu ifadenin “Resimli yemek kitapları, aç insanlar arasında daha çok rağbet görüyor” demekten farkı yok. Ekonomik hayatı canlı tutmanın maliyeti, kaçınılmaz bedeli budur mu diyelim? Hayır. Canlılığını tüketime endekslemiş ekonomilerin ödemek durumunda olduğu bir bedeldir bu, bilelim.

        Diğer Yazılar