Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yıllardan beri ilk kez bu ramazan ayında ramazanı karşılama yazısı yazamadım. En hüzünlü, en içe kapanık, en antisosyal, en neşesiz, en zor ramazanımı geçirdim. Orucu tutmak yerine, kendimi oruca taşıttım. Ramazanın neşesi, iftar sofralarında biriken bolluğu ve bereketi ya uğramadı, ya geldiğinde beni bulamadı.

        Daha bir-iki yıl önce beraber iftar yaptığımız, her ramazan birkaç kez bir araya geldiğimiz insanları hatırladım. En iyisi uzak bir akraba kadar ışıltısız hale gelmiş, karanlık çukurlara dönüşmüş kimi; yanından geçerken içine düşmüyorsanız var olduklarını bile hatırlamıyorsunuz. Kimini uzaklaştırmışım, kimi kendi gitmiş.

        Son üç yılın kopuş gerekçeleri ise hep siyasi-politik ayrışmalar olmuş. Ramazana bile direnebilen kalın buz duvarlar örülmüş. Yine de bilinir ki hatırı sayılır bir politik ayrım, vicdani duruş üzerinden ayrışmanın bir asaleti, hatta tadı vardır, ama buna bir de mücadele adamı sanıp da jelibon çıktığını gördüğümüz anda silkelememiz gerekenler eklenmiş.

        Mısır’a, Suriye’ye, Myanmar’a hiç ama hiç ağlamadığını, sadece sahibinin bakacağı yerde ağlama taklidi yaptığını anladıklarımız. Kendi küçük hayatıyla ilgili bir menfaat kabarcığını teminat altına alabilmek için, tutunduğu gücün insani endişe ve zaaflarını sömürmekten; göze girmek için göz oymaktan çekinmeyenler.

        Mahalle değil tribün, dost değil taraftar isteyen ne çok insanımız varmış.

        Hepsini silkelemek, kalplerden, gönüllerden çırpa çırpa dökülmelerini sağlamak ramazan için bile ağır iş.

        En sancılı detoks, en zor oruç, bir anlam etrafında bir araya geldiğiniz kişilerden görülen manevi zarardan arınmaktır. En hakiki bayram da, arınmanın verdiği yoksunluk hissinin huzura dönüştüğü an olsa gerek.

        Bayramınız böyle olsun.

        Ramazan Bayramı’nız kutlu olsun...

        'DÜŞTÜ, DÜŞÜYOR' DERKEN

        Birçok kez dillendirildi. Birçok köşe yazarı tarafından olduğu gibi alıntılandı. Ama hâlâ Erdoğan, AK Parti ve çözüm süreci karşıtı Kürt-Türk koalisyonu tarafından ısrarla tekrarlanıyor. “Çözüm süreci işimize gelmiyordu, nihayet Suriye’de bir fırsat yakaladık, Türkiye’deki barışı sabote ettik” diyemiyorlar. Varsa yoksa, “Ama Erdoğan ‘Kobani düştü, düşüyor’ dedi! Çünkü düşmesini istedi!” diyorlar. Her televizyon programında bunu yineliyorlar.

        Bir kez daha Habertürk okurunun aklıselimine sunulmak üzere yayınlamakta fayda var o halde. Bakalım Erdoğan o meşhur “Kobani düştü düşüyor” cümlesini sarf ederken müjde mi veriyormuş, yoksa tehlikenin boyutunu mu tanımlıyormuş? Aslında tam olarak neyi söylüyormuş?

        “Kobani başta olmak üzere Kürt kardeşlerimizin yaşadığı şehirlere yönelik saldırıları da dikkatle ve endişeyle takip ediyoruz. (...) Şimdi Batı’ya sesleniyorum. Havadan bombalayarak bu sorunlar çözülmez. İşte bir IŞİD terör örgütü çıktı. Suriye’de güç buldu. Bunlar İslam adına Allahuekber diyerek, Allahuekber diyenleri öldürüyorlar. Müslüman Müslüman’ı bu şekilde öldürebilir mi? (...) Sadece havadan bombalamak suretiyle bu sorunu çözemezsiniz. Bununla ilgili yerde mücadele eden yapılarla işbirliği kurulmadan netice alınamaz. İşte aylar geçti ve bir netice yok. Şu anda Kobani de düştü düşüyor. Üç şey istedik: 1- Uçuşa yasak bölge ilan edilmeli. 2- O bölgeye paralel, güvenli bölge ilan edilmesi lazım. 3- Ve eğit, donat anlayışıyla Suriye’de ve Irak’taki ılımlı muhalif kesimin hem eğitilmesi hem de donatılması lazım.”

        Diğer Yazılar