Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Obama, BM 70. Dönem Genel Kurul görüşmeleri kapsamında genel kurula hitap eden konuşmasında Suriye’de Esad’la devam edilmesinin mümkün olmadığını ifade etti. Beşar Esed için “Halkını bombalayan tiran” benzetmesini kullandı.

        “Bir diktatör kendi halkından on binlerce kişiyi katlettiğinde, bu sadece tek bir ülkenin iç işi olamaz. Aynı şekilde, bir terör örgütü esirlerin kafalarını kestiğinde, masumları katlettiğinde ve kadınları köleleştirdiğinde bu sadece tek bir ülkenin ulusal güvenlik sorunu olmaz. Bu tüm insanlığa saldırıdır” şeklinde güzel, özlü sözler kullandı.

        Peki bu cümlelere bir anlam yükleyebiliyor muyuz? Hayır. Çünkü benzeri daha önce de oldu, hem de defalarca. Hiç akıldan çıkarılmaması gereken detay: Obama yönetimindeki ABD, bugün Suriye ile ilgili olarak adı haksız yere çıkarılmış Türkiye’nin aksine Beşar Esad’ın gitmesi gerektiğini ilk söyleyendi. Türkiye o zamanlar hâlâ “Beşar Esad diplomatik bir çözüme ikna edilebilir mi, reform yapmaya razı gelir mi” sorularına olumlu cevap alma mücadelesi veriyordu.

        Şam rejimiyle diplomatik bağlarını ilk koparanlar ise bugün Türkiye’deki yarenlerine “Suriye’de çok taraf oldunuz, Beşar Esad’ı ontolojik sorun yaptınız, ilişkileri koparmamalıydınız” gazı veren ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri oldu.

        Hatırlayalım: Şubat 2011’de Tunus’u ve Mısır’ı etki altına alan Arap devrimlerinin Suriye’ye doğru ilerlediğini gören Türkiye, Suriye’ye devrimlerin yıkıcı etkilerini savuşturma yolunda reform önerileri yapıyordu. Esad bu önerilere aldırmadığını, 15 Mart 2011’de Dera’da yapılan bir gösteriyi bastırmak için 100 sivili katlederek gösterdi. Ülkede şiddet tırmandı ve henüz bir buçuk ay geçmişti ki Nisan 2011’de Obama ağır bir tepki verdi, Suriye’ye yaptırım kararı aldı. Mayıs ayında ise aynısını AB yaptı. Henüz ortada bir silahlı direniş yoktu. Gösteriler yapılıyor, rejim ise gösterilere katılan silahsız insanlara silah sıkıyor ve öldürüyor, bir yandan da Türkiye sınırını peyderpey PYD yönetimine bırakmaya hazırlanıyordu.

        Türkiye, PKK’yı koz olarak kullanma çabalarını görmesine rağmen Esad’ı demokratik açılım yapmaya teşvik etme faaliyetlerini sürdürdü. 9 Ağustos 2011’de Davutoğlu yine Şam’a gidip Esad’ı ikna etmeye çalıştı. 15 Ağustos’ta bir kez daha reform çağrısı yaptı. Saatler süren toplantılardan olumlu sonuç alınamıyordu. Süreç boyunca Obama’nın Türkiye’yi sertleşmeye, Şam’la bütün bağları koparmaya yönlendiren tatlı-sert baskılarını o günlerde olaylara tanık olan bürokratların hepsi biliyor.

        Nitekim o günlerde telefonu elinden düşüremeyen Obama, kendisini daha fazla tutmayacak, 19 Ağustos 2011 geldiğinde “Esad gitmeli” açıklamasını yapacak ve olayların akışına müdahil olacaktı.

        İç savaş çıkmaması için, kanın gövdeyi götürmemesi için Esad’ın kısmen ya da tamamen ikna edilerek Suriye’nin bütünlüğünü koruyabilecek bir çözüm için gereken imkânların tüketildiği ilk aşama, Obama’nın henüz erken sayılabilecek bir zaman diliminde “Esad gitmeli” açıklaması yapmasıyla gerçekleşti. İkinci aşama ise bu açıklamanın altını hiçbir şekilde doldurmamasıyla.

        2011’de “Esad gitmeli” diyen ABD Başkanı’nın, Esad’ın öldürdüğü insan sayısı 200 bini geçtiğinde, ilan edilen “kırmızı çizgiler” aşıldığında, Esad’ın Doğu Guta’da kimyasal silah kullandığı netleştiğinde hiçbir irade göstermediği de unutulacak değil. Rusya ile anlaşarak Esad’ı affettiler.

        2015’te ise durum IŞİD ile mücadele bağlamında ABD Hava Kuvvetleri’nin Suriye Hava Kuvvetleri’ne dönüşmesi oldu.

        Ayrıca ne hikmetse ABD, başta kendi kamuoyunun Esad’ın nasıl bir katil olduğunu unutmasına neden oldu ya da göz yumdu. Bugün Wisconsin’de birini durdurup “Suriye’de bir diktatör var, adı neydi?” diye sorsanız size “Erdoğan” cevabını vermesi olasıdır. Son iki yıldır ABD’nin önemli gazeteleri yüz binlerce insanın ölümünden ve dört milyon mülteciden sorumlu olan “Esed” yerine “Erdoğan” ismi üzerinde tepinmeyi tercih ettiler zira.

        Başta Suriye olmak üzere bölgesinin değişim talepleri ve dinamikleri üzerinde söz sahibi olmayı, bölgesel aktör olmayı dileyen Türkiye’yi, bu dileği pratik bir hedefe dönüştüren Erdoğan üzerinden cezalandırmak gerekiyordu çünkü.

        Obama’nın BM Genel Kurulu’ndaki özlü sözleri, ister istemez bizim buralarda itibar edilen atasözlerini hatırlattı:

        Lafla peynir gemisi yürümez.

        Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.

        Diğer Yazılar