Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        G20 zirvesi, dünya liderlerinin verdiği önemli mesajlara sahne oldu. Tehlikeli bir coğrafyada güvenlik ve konforu bir arada sunabilen Türkiye, organizasyon konusunda tam not aldı. “Obama Antalya’daki bir otelde değil, kendi uçak gemisinde kalacakmış” gibi söylentiler uyduranlar ise tabiri caizse sıfır çekti. Olimpiyatlar Türkiye’ye verilmediğinde bayram yapan güruh, açık aramaktan toplantıları izlemeye fırsat bulamadı, medya Suud Kralı’nın harcamalarına ah-u vah eden şuursuzluk gösterileriyle doldu. Kralın kaldığı “saray” ve kiraladığı “Mercedes”ler üzerinden akıllarınca subliminal mesaj döşeme gayretine giriştiler. Zira % 49.5’ten sonra Beştepe Külliyesi’ni ve Erdoğan’ın çeşitli makamlar için uygun görüp tartışma başlattığı Mercedes’leri açıktan dile dolamak biraz abes kaçardı. Görgüsüzlük ve tantanalı hayat ithamlarını kralı araçsallaştırarak yaptılar.

        Oysa G20 bundan fazlasıydı, ancak konuya daha sonra devam edeceğim.

        Çünkü anmadan geçilmesi imkânsız, trajik bir olayla başladı zirve. Paris katliamında dökülen kanın gölgesi düştü üzerine.

        132 kişi öldü, 352 kişi yaralandı, 99 kişinin durumu hâlâ ağır. Korkunç bir olaydı. Avrupa’nın 2004’ten beri gördüğü en geniş çaplı şiddet eylemiydi. 7 ayrı noktada harekete geçtiler. Hem grup halinde öldürdüler, hem rehin aldıkları kişileri tek tek katlettiler.

        IŞİD’in canavar olduğunu söyleyip konuyu kapatmak “Düşmanını tanı” şiarıyla örtüşmez. IŞİD bir canavar; aynı zamanda 80 bin civarında savaşan askeri, 15 milyonu bulan tebaası olan organize bir canavar.

        Hollande ise Esad aleyhinde çok net konuşan tek Avrupa lideri.

        Ne zaman “Esad gitmeli” dese Fransa bir eylemin ya da eylemler zincirinin hedefi oluyor. İlginç bir durum. Belki de değil. Çünkü IŞİD de, tıpkı Esad gibi Suriye’den geriye kalması muhtemel belirli bir alanda devlet sahibi olmak istiyor. IŞİD, kafa kesmeyen ve dünya kamuoyunu dehşete düşüren bir terör örgütü olmasaydı da Suriyeli muhaliflerle aynı çizgide olamazdı. Çünkü ÖSO dahil muhalif gruplar hâlâ bölünmemiş bir Suriye için savaşıyorlar. Esad’ın gitmesi halinde şimdi Esad’la ve IŞİD’le savaşan muhalif gruplar kendisinin başına bela olacak. IŞİD’in eylemleri Esad’ın ömrünü uzatıyor uzatmasına ama bu IŞİD için şimdilik o kadar da önemli değil. Uzun vadede bütün bölgeyi tahakküm altına almak ve Batı’yı dize getirmek gibi planlar yapsa da şimdilik muhayyel devletini garanti altına almaya çalışıyor. Ne kadar çok Batılıyı provoke ederse o kadar iyi. Zira Batı’nın IŞİD düşmanlığı ve hatta İslam düşmanlığı arttıkça, Ortadoğu ve Kuzey Afrika kökenli Müslümanların radikalleşme süreci de hızlanıyor, örgüte katılım da artıyor.

        Charlie Hebdo ve Paris saldırılarından çok önce de Fransızlar, Fas kökenli ve Müslüman olan Najat Vallaud-Belkacem’ın Milli Eğitim Bakanı olarak atanmasına tepki göstermişler, “Najat Vallaud-Belkacem’ın Milli Eğitim Bakanı olması bir provokasyondur” diyerek kampanya yürütmüşlerdi. Charlie Hebdo ve Paris saldırılarından önce, daha 2014’te bir devlet kurumu olan İnsan Hakları Ulusal Danışma Komisyonu (CNCDH) her 3 Fransız’dan 1’inin kendisini “ırkçı” olarak tanımladığını belgeleyen bir rapor yayımlamıştı. Rapora göre Fransızların yüzde 94’ü peçeli çarşafın, % 80’i başörtüsünün Fransız toplumunda yaşama konusunda “sorun oluşturduğunu” düşünüyordu. Bu oran Kurban Bayramı için yüzde 46, namaz için yüzde 45, İslam’ın domuz eti ve alkole getirdiği yasak için yüzde 35 olarak aktarılmıştı. Fransızların yüzde 54’ü cami inşaatlarının “kolaylaştırılmamasını” istiyordu devletten. Bu oranlar Fransa’nın hayatını tehdit eden herhangi bir durum yokken bile böyleydi. Yeni istatistiklerin çok daha farklı olacağına şüphe yok.

        Açıktır ki IŞİD ve eylemleri, Müslümanlar ile seküler Batı dünyası arasında yeni çatışma sahalarının oluşmasını hedefliyor. Müslümanlara baskının artmasını, kendi insan kaynaklarının zenginleşmesi için gerekli buluyor. Çünkü örgütün bu paradoksa ihtiyacı var. Batılı liberal demokrasiler, IŞİD’in temel stratejisinin Batı dünyasının boşluk ve sahtekârlıkları üzerine kurulduğunu görmek zorundalar. Aksi takdirde bu yol, IŞİD’in korkmak bir yana gel gel yaptığı Melhame-i Kübra’nın, bir üçüncü dünya savaşının distopyasına çıkabilir.

        Diğer Yazılar