Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İsveç’te Şehircilik ve İskân Bakanlığı’nı yürüten Mehmet Kaplan, hakkında yapılan saldırgan haberler nedeniyle istifa etti. Çünkü Aftonbladet ve Expressen dahil olmak üzere İsveç medyasının önemli yayın organları, Kaplan’ı Tüm Sanayici ve İş Adamları Derneği (TÜMSİAD) tarafından farklı sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin davet edildiği bir iftardaki fotoğrafları üzerinden linç ettiler. Bahsi geçen STK’lar için “ırkçı”, “faşist”, “aşırıcı” ve “yeraltı örgütü” şeklinde tanımlar kullanıldı. Oluşan baskı, Kaplan’ın istifasıyla sonuçlandı. “Kökenim ve dini değerlerimden dolayı bana savaş açıldı” diyordu Kaplan: “Ben ve partim, her zaman ırkçılığa, İslamofobiye, antisemitizme ve aşırılığın her türlüsüne karşı mücadele ettik. Yine de ben, ırkçı, radikal İslamcı ve başka formlarda gösterilmeye çalışıldım. Oysa hayatım boyunca insan hakları için çalıştım, demokrasiye inandım ve diyalogdan yana tavır aldım.”

        Aynı şey Sigtuna Belediyesi SDP Meclis Üyesi Yasin İpek’in de başına geldi. İstifa etti ve neden aynıydı: “İsveç medyasının ürettiği linç ortamı.”

        İsveç İslam Gençlik Federasyonu Başkanı Yasri Shamsudin Khan, son dönemde dini değerlerine saldırıldığı gerekçesiyle İsveç Yeşiller Partisi’nden istifa ettiğini duyurdu. Sebep, kadın muhabirle tokalaşmaması ve bu hareketinden ötürü parti içinde ve dışında linç kampanyasına uğraması.

        Yeşiller ve Çevre Partisi Gençlik Kolu Eşbaşkanı Semanur Taşkın da “İsveç demokrasisi”nden nasibini alanlardan. O da istifa etmeye zorlandı. Gerekçesi, her şeyi özetleyen mahiyette: ‘’İsveçli bir Müslüman olarak artık kendimi güvende hissetmiyorum.”

        İsveç medyasının sağ ve sol yelpazesi “İslamofibiyi tetikleyen” yayınlar yapıyor.

        Bu arada konu sadece İsveç değil.

        Belçika’dan Mahinur Özdemir’i, hatırlıyoruz. O da Ermeni iddialarını tanımadığı gerekçesiyle partisinden ihraç edilmişti.

        Hollanda’da 2014 yılında Selçuk Öztürk ve Tunahan Kuzu, Türklere ait kuruluşların mercek altına alınmasına karşı çıktıkları için İşçi Partisi’nden ihraç edilmişlerdi.

        Avusturya’da zaten hiçbir parti, Müslümanlardan aday göstermiyor.

        Siyaset yapması giderek zorlaşan Müslümanların gündelik hayatında da asayiş berkemal değil.

        Mart ayında ABD’nin Boston kentinde, hostesin “bakışlarını beğenmediği” iki Müslüman kadın uçaktan indirildi. 3 Nisan’da Müslüman bir aile, ABD’li havayolu şirketi United Airlines’a ait uçaktan “uçuş güvenliği” gerekçe gösterilerek indirildi. Yine nisan ayında California Üniversitesi son sınıf öğrencisi olan Khairuldeen Makhzoomi uçuş esnasında amcasıyla telefonla konuşurken “İnşallah” dediği için kabin memurunun dikkatini çekti. Genç kadın uçaktan indirildi, arandı ve hiç sebep olmaksızın uçağa geri dönmesi engellendi. Amerikan İslam İlişkileri Konseyi, “Müslüman yolcuların en dayanaksız gerekçelerle uçaklardan indirilmesinden bıktık” diye açıklama yapıyor, ama işe yaramıyor.

        Batı basınında İslam’a, Hz. Muhammed’e, Müslümanlara ve Müslüman topluluklara liderlik edebileceğinden kuşku duyulanlara hakaret etmek hobi haline geldi. İngiltere’de Erdoğan’a hakaret içerikli şiir yarışması düzenlendi.

        Sadece Ortadoğu’daki Müslümanlar değil, uluslararası sisteme entegre Müslümanlar da Batı’nın tahrik ve meydan okumasıyla karşı karşıya. Ayrımcılık yoluyla saf tutmaya zorlanıyorlar. “Ya radikalleş ve düşmanım ol. Ya itaat et, kölem ol.” Zorlandığımız tercih bu.

        Bireylere yapılan dayatma bu ve elbette bunun devlet versiyonu da var: “Ya uluslararası mekanizmalardan, evrensel normlardan, bizim tarif ettiğimiz hukuk, demokrasi normlarından koparak etrafınıza duvar örün, kapalı sistem haline gelin ve düşman devlet safına geçin ya da Batılı değerler sistemine biat edin, Batılının siyasi, kültürel ve ekonomik hükümranlığına boyun eğin” deniliyor.

        Bu ikisinden birini tercih etmemek, hayati önem taşıyor.

        Nitekim Türkiye “Hayır, bu ikisinden birini seçmeyeceğiz” diyor. “Tam burada duracağız ve kendimiz olmaya devam ederek sizi eleştirmeye devam edeceğiz.”

        Türkiye bu yüzden kötü oluyor.

        Bu yüzden Erdoğan’a edilen hakaretler ve onu aşağılamak için çizilen karikatürlerin sayısı bütün devlet başkanları, hatta gerçek diktatörler için yapılanlardan fazla.

        ***

        Hem güçlü, hem akil olmanın değeri giderek artıyor. Anlamını ve direncini yitirmeden sakin kalabilmenin değeri.

        Diğer Yazılar