Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        AK Parti 14 yıllık iktidar tarihi boyunca pek çok zorlukla boğuşmuş; hakiki sorunların altından sahici bir mücadele ile kalkmış bir siyasi hareket.

        Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğinde, liderliğinde bir kuşku ya da tartışma yok.

        Gelgelelim Davutoğlu giderek görünen biçimde, hedef tahtasında.

        İl ve ilçe başkanlarının atanmasına ilişkin yetkinin Genel Başkan’dan yani Davutoğlu’ndan alınarak MKYK’ya verilmesi şaşırtıcı oldu. Fakat teklifi MKYK’ya sunan, getiren Davutoğlu olduğu halde, hâlâ buradan bir Davutoğlu ve ihtirasları hikâyesi yontmaya çalışmanın âlemi ne?

        Erdoğan ve Davutoğlu her konuda anlaşıyorlar mıdır? Elbette hayır. Tartışma da oluyordur kapalı kapılar ardında, belki sert sözler de söyleniyordur. Ama bunların esasa ilişkin olmadığından, usule müteallik olduğundan emin değilsek, o zaman her şeyden önce her iki ismin aynı zamanda “dava arkadaşı” olduğu bilgisini tashih etmek gerekirdi. “Yıllardır kader birliği eden, aynı meseleye baş koyan, aynı Türkiye rüyasını gören benzer bir İslam dünyası tasavvuruyla yoğrulan Erdoğan ve Davutoğlu dava arkadaşı olamamışsa, acaba kim olabilmiştir?” sorusu da cevaba muhtaç olurdu.

        Biliyorsunuz, “Reis için ölürüz” diye başlayan ama sahibinin ismini gizleyen o tuhaf metni. 27 Nisan e-muhtırasına benzeyen postmodern bildiriyi.

        Aralarında hiçbir ideolojik, fikri, zihni fark olmayan; Türkiye için hayati hiçbir konuda derin ayrılıkları bulunmayan iki adamın birini milletin adamı diğerini “Alman’ın adamı” olarak göstermek isteyen satırları okumuşsunuzdur.

        Ben okudum ve içerdiği cüretkârlık ve vurdumduymazlık karşısında şaşırdım. Aklıma ilk gelen, “Kötü niyetli çabanın sahibi söz konusu gafletin kapsama alanı sadece şahıslarla sınırlı kalır mı sanıyor?” sorusu oldu.

        Çünkü kalmıyor. Bu işlere “fitne” denmesinin bir sebebi var. Çünkü bu işler sadece Davutoğlu’nu ya da Erdoğan’ı tartışma konusu haline getirmiyor; bu iki ismin üzerine bastığı zemini, içinden geldikleri fikri ve geleneği de buharlaştırıyor.

        “Ama hoca kararlıydı. Gelir gelmez REİS’i yiyecekti” çirkinliğinde başlayıp giden salvolar, vücut ısısını takip eden torpidolar gibi. Böyle ithamlar insanları, “Doğruysa Davutoğlu çok erken bir safhada Erdoğan’a tuzak kurmaya meyletmiş” ya da “Yalansa Erdoğan’ın çevresindekiler Hocaya tuzak kurmaya azmetmiş” şüpheleriyle lekelemenin ötesinde bir şey yapıyorlar. Hedeflenen safderunlara ulaşılırsa kaçınılmaz olarak şu soruya ebelik yapıyorlar: “O halde Müslüman olmanız neyi değiştirdi? Nasıl zayıf bir ahlaki donanımdır ki o, bugüne dek kazandığınız meşruiyeti birbirinizi vurmaya harcamanızın önüne dikilip sizi kendinizden korumayı beceremedi?”

        Fitne dedikleri budur. Psikolojik harekât böyle yapılır.

        Ben saygısını kibir, alınganlığı egosantrizm, kibarlığı içten pazarlılık, takdir edilme arzusunu ihtiras gibi gösterir. “Başımızdan Gezi geçti, Paralel darbe geçti, ABD’li yatırımcılar korkup geri çekilmesin” gibi bir girişimi “Hmmm ABD ile, ne iş?” şaibesiyle yaralar, gerçeği büker.

        En fenası da Davutoğlu, “6 ayda Esad devrilir” demiş diye -o dönem bütün dünya bunu diyordu- Türkiye’nin Suriye ile ilgili pozisyonu farklı olurmuş izlenimi oluşturmaktır.

        Ne yani? Esad’a biçilen ömür, dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu tarafından yanlış teşhis edildi diye mi mazlum mültecileri kucakladı Erdoğan? Suriye politikalarımız ne zamandan beri fiyasko olarak tanımlanıyor? Erdoğan’ın en üst perdeden zikrettiği ve savunduğu, “Dünya Beşten Büyüktür” meydan okumasıyla şekillendirdiği Suriye meselesine, bu büyük insanlık sınavına bakışımız hangi ara bu kadar yozlaştı ve üstelik Reisçiliğin sözde manifestoları arasına girdi?

        Bunu diyorum işte.

        Davutoğlu gösterip arada Erdoğan’ı da vurma sanatıdır fitne. Yaşanan bir tarihi yaşanmamış hükmüne teyelleme sanatıdır. Ve içimizi daraltmakta, nefes almamızı zorlaştırmaktadır.

        Diğer Yazılar