Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        22 Mayıs’taki kongre, Binali Yıldırım’ın genel başkan ve yeni başbakan seçilmesiyle tamamlandı. Oldukça coşkulu, birlik beraberlik temasının öne çıktığı kongre, aynı zamanda pek çok tartışmaya neden oldu. Kimileri “Fiili başkanlık dönemine geçildi” derken kimileri de “Sivil darbe olmuştu; 22 Mayıs’ta olan da darbenin ilanı” dedi.

        Darbeye maruz kalanın Samanyolu şarkılarıyla, alkışlarla, helalleşilerek uğurlandığı görülmemiş. “23 milyonun iradesine ipotek konuldu, en başta Davutoğlu ‘Partimi böldürtmem’ deyip kenara çekildi, sivil darbeye razı oldu” deniliyor, ama burada altın kelime “rıza”. Rızanın olduğu yerde darbeden bahsedilmez, en fazla partinin kurumsallığını tehlikeye atan, olağanüstü müdahalelerden bahsedilebilir.

        Bu noktada asıl soru, “AK Parti kurumsallığı kendisini partili kimliğiyle tanımlayanların dert ettiği bir mesele midir?” sorusu.

        Bekir Bozdağ’ın okuduğu “Tayyip’in partisi” konulu iman tazeleme andı, partiyi tam da böyle meseleler üzerine kafa yormaktan uzak tutmak için yazılmış sanki.

        Zaten dikkat edilirse bir süredir ileri demokrasi, insan onuru, özgürlük-güvenlik dengesi, medeniyet tasavvuru gibi AK Parti seçim bildirgesine girmiş kavramlar pek fazla konuşulmuyor.

        “Lider” konuşuluyor.

        AK Parti’nin yerini “AK Parti hareketi” aldı. Parti programının yerini de “dava”.

        Lakin orada da bir muamma var.

        Dava seküler olabilir, ama bir ideolojiye, ideal ve prensiplere tekabül etmesi kaçınılmaz. “Ümmet” kavramıyla ve Osmanlı göndermeleriyle donanmış AK Parti’nin davasının ayırıcı niteliklerinden biri de dini değerler ve tarih bilinci. Bosna’dan Batum’a kadar selam vermek, “Dünya beşten büyüktür”ün anlamını derinleştirmek, sömürülen İslam dünyasının, Ortadoğu’nun, Afrika’nın dertleriyle dertlenmek bundan. Özellikle 2011’den beri böyle.

        Ayrıca dava dediğiniz an diskur olur, argüman olur, anlatı olur, konuşma olur. Davutoğlu biraz da bu yüzden uzun uzun anlatıyordu. “Dava”yı anlatmayı görev bildiği için.

        Ama bir bakıyoruz, iktidar blokuna yakın bazı yazarlar ya da vekiller, Binali Yıldırım’ı kutlayacağım derken fonu karartma gereği duymuş.

        “Davutoğlu çok konuşuyordu, oysa Yıldırım iş yapacak” anlamına gelen ifadeler kullanarak aynı zamanda “dava” mefhumunu tahfif etmeleri şuursuzluktan mı? Yoksa davanın ekseni mi kayıyor?

        Üzerine bir de Hasan Bülent Kahraman’ı okuyunca, insan iyice meraklanıyor.

        Sabah Gazetesi’ndeki köşesinde, “Koşullar Binali Yıldırım’ı başbakanlığa getiriyorsa yeni dönem dış politikada çok daha ‘uzlaşmacı, pratik, değişen koşullara uygun adımların atıldığı’ bir dönem olacak” diyor Kahraman. Dahası Binali Yıldırım seçildiğine göre demek ki bundan sonra “...AK Parti’nin modernist, pratik, fonksiyonalist bir taban hareketine dayanması” planlanıyor. Yazara göre Davutoğlu “...bu olguyu daha ideolojik, hatta daha doktriner bir çizgiye çekmeye çalıştı. (...) Erdoğan’dan hele hele Gül’den daha fazla Akpartili/Müslüman/dindar olmak istedi, tabanı bu yönde bükmeye çalıştı. Olmadı” (20 Mayıs 2016 “Binali Yıldırım’ın Şifreleri”.)

        Hatırlanırsa Pelikan bildirisi ismiyle müsemma andıçta da, Suriye meselesine kayıtsız kalamayacağımız gerçeğinden hareket eden politikalar “fiyasko” olarak nitelendirilmiş ve “Ne yapılsaydı Suriye’de işler yolunda giderdi?” sorusunun cevabı verilmeden aksiliklerin faturası Davutoğlu’na kesilmişti.

        Hasan Bülent Kahraman’a göre de, Yıldırım artık “hiç oralara girmeden” tam bir “merkez sağ siyasetçi gibi politika yapacak.

        “Oralar”dan kasıt, aslında “dava” denilen yekûn...

        Bakanların, vekillerin, delegelerin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın mesajını İstiklal Marşı okunuyormuş gibi ayakta dinlemelerini anlaşılabilir kılacak tek şey “dava ruhu” oysa.

        Zira standart demokrasilerin parti kongrelerinde böyle seremoniler olmaz.

        Merkez sağ siyasette de olmaz.

        Erdoğan bir davanın; yani belirli bir prensip ve bilincin taşıyıcılığını yaptığı için saygı, bağlılık ve destek tavrına muhatap. Mesajı okunurken ayağa kalkılmasının nedeni, onun şahsından ibaret sayılmaması, bir davayı taşıdığına inanılması. Ancak o dava bugünden yarına bir atamayla ve kabine değişimiyle değişiveriyorsa, müphemse; o zaman bu saygılar, tazimler dava görünümü altında lider kültü inşa etmeye gider.

        Allah Erdoğan’ı ve davayı; Erdoğan diye diye ifsad edenlerin şerrinden korusun.

        Diğer Yazılar