Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluş nedeni, devletin din alanını denetleme hedefiydi. Bu nedenle olsa gerek Diyanet İşleri Başkanı’nın bu vasfıyla yurtdışına çıkması bile yasaktı bir zamanlar. İbrahim Bedrettin Elmalı, 1965’te Tunus’a gitmeye karar verdiğinde devlet krizi oldu. Bakanlar Kurulu, “Elmalı sarığı ve cübbesi ile yurtdışı ziyareti yapabilir mi?” diye uzun uzun tartıştı. Sonunda “Tamam gitsin” dediler ama dönemin medyası öylesine kirli bir kara kampanya yürüttü ki Elmalı’dan hemen yurda dönmesi istendi. Elmalı dinlemedi ve görevden alındı.

        Başta Almanya olmak üzere yurtdışına yoğun gurbetçi akını gerçekleştiğinde mecburen esnedi yasaklar. Ancak o zaman dahi Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatının hizmet alanı “soydaşlar”la sınırlandırılmıştı. AK Parti iktidara geldikten bir süre sonra, 2004’te, bu tarif “dindaşlar” olarak değişti ve giderek “insanlığı” kapsayan bir alan olarak tanımlandı.

        Diyanet hizmetlerinin Afrika’ya taşınması ancak 2006’da olabildi. Daha önce olabilseydi, bugün Afrika’yı sarmış Selefi ve Şii radikal akımlar yeşerecek zemin bulamayabilirdi.

        Pazartesi günü Diyanet’in 2012 yılından beri yaptığı Yurtdışı Din Hizmetleri Konferansı’nın 5’incisi vardı. Dünyanın dört bir yanında görev yapan Diyanet’e bağlı müşavir ve ataşeler yaptıkları hizmetleri anlatmak, bulundukları ülkelerin ihtiyaçlarına dikkat çekmek için Sapanca’da buluştular.

        Konferansın ana teması, “Kitlesel göç hareketleri ve küresel din hizmetleri”. Bu sadece bir konferans üst başlığı değil, içinde 2011’den beri Erdoğan nezdinde bütün inananların gurur duyduğu bir iyilik hareketini sistematize eden pratik var.

        Bugün 120 noktada Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı temsilcilikler ya da ataşeler var. Doğru dini bilgi, barış ve hizmet taşımak için oradalar.

        Toplantının amacı mültecilere yönelik hizmetlerin raporlanması, tecrübelerin karşılaştırılması ve daha doğru hizmetin nasıl tasarlanacağına dair ortak bir akıl oluşturmak.

        Ama mültecilerin zor durumunu misyonerlik faaliyeti için altın bir fırsat olarak görenler elbette boş durmuyor. Çünkü trajedi büyük.

        Kıta Avrupa’sına geçen çoğu Suriyeli, bir kısmı Afgan ve başka ülkelerinden mülteciler daha kiliselerin boğaz tokluğu vaatlerine karşı dinlerini veriyor. “Sadece Almanya’da çoğu Suriyeli 50 bin Müslüman, Hıristiyan oldu” diyor Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez. Kiliseler Avrupa’ya geçen Suriyelilere, özellikle çocuklara çoktan el atmış durumda.

        Peki buna karşılık Diyanet ne yapıyor?

        Görmez anlattı: “Avrupa’daki bütün teşkilatlarımızın, göçen Müslüman kardeşlerimizle ilgilenmesini sağlamaya çalışıyoruz. Almanya’da 25 bin aile için kardeş aile çalışması başlattık. Yetimler için daha önce göçmüş durumu uygun aileleri koruyucu aile olarak konumlandıran projeler uyguluyoruz. Camilere ücretsiz ulaşım sağlıyor, göç eden insanların gittikleri yerde doğum, düğün, bayram ve ölüm gibi olayları inançlarına uygun eda etmesi için çalışmalar yapıyoruz.”

        Diyanet Türkiye’deki çadırkentlerde de Suriyeli hocaları hizmete dahil ederek çalışmalar yapıyor. Çadırkentlerin dışında da, mesela Adana, Antep, Maraş, Şanlıurfa ve Kilis’te okulları yarım gün kullanarak 20 bin öğrencinin Arapça olarak eğitimlerine devam etmesi sağlanıyor. Suriye’de gördükleri müfredat revize edilmiş. Ayrıca Türkçe de öğreniyor çocuklar. Suriyeli öğretmenler de istihdam edilmiş oluyor, maaşları vakıf bünyesinden ödeniyor.

        Lakin sorun hâlâ büyük. Zira dünya üzerinde 60 milyonu geçen sayıda mülteci adına insanlığın geliştirdiği bir ahlaki duruş yok.

        Tam burada söz yeniden Görmez’in:

        “İbni Haldun, ‘Dünyayı muhacir kültürler ayakta tutar’ derdi. Çünkü muhacir harekettir, aşıdır, bilgidir. Ama şimdiki dünya muhaciri, mülteciyi tehdit olarak algılıyor, kendisi olmasına izin vermiyor, ona ‘yabancı’ diyor ‘sığınmacı’ diyor, bu yüzden bu insanlar güçsüz ve zayıf durumda.”

        “Çünkü” diyor Görmez, “İkinci Dünya Savaşı’nın yaralarını sarmak için yapılmış Cenevre mülteci anlaşması çözüm üretmekten çok uzak. Bir İstanbul anlaşması lazım. Bir Kudüs anlaşması lazım. Bir merhamet sözleşmesi lazım.”

        Merhamet, ne kadar şifalı bir kelime sahiden. Üstelik pek geniş. Kâğıtta kalmıyor, protokollere sığmıyor ve içine bütün insanları alabiliyor.

        Diğer Yazılar