Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Binali Yıldırım’ın genel başkanlığını, yeni MKYK ve kabinenin teşekkülü takip etti. Partinin en yetkili organı olan Merkez Karar Yönetim Kurulu’na atanan yeni isimlerin nasıl bir yeni döneme işaret edeceğini görmek için kabinenin de açıklanması gerekiyordu. Sonuçta kabine, duygusal olduğu kadar rasyonel tercihleri de yansıtan bir kabine oldu. Ancak tablonun neden olduğu soru işaretleri de yok değil.

        MKYK’ya 22 Mayıs’ta dahil olanların arz ettiği profil, Binali Yıldırım dönemini tanımlayan “uyum” mefhumuyla kastedilen bağlamla doğru orantılı. Daha önce bakan olan 8 kişi; Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, Aile Bakanı Sema Ramazanoğlu, AB Bakanı Volkan Bozkır, Çevre ve Şehircilik Bakanı Fatma Güldemet Sarı, Ekonomi Bakanı Mustafa Elitaş, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu yeniden bakan olamadı.

        Sema Ramazanoğlu, Cevdet Yılmaz, Mehmet Müezzinoğlu hiç değilse MKYK üyesi olarak yola devam edecek. Dikkat çekici olan hem kabinenin hem de MKYK’nın dışında kalmış isimlerdi. Mehmet Ali Şahin, Yalçın Akdoğan, Cemil Çiçek ne hükümette ne de MKYK’da. Mahir Ünal için de benzeri bir durum var.

        Söz konusu tablo çözüm sürecinde HDP’nin sergilediği hainliğin faturasının Yalçın Akdoğan, Mahir Ünal gibi “Dolmabahçe görüşmesi” fotoğrafında yer almış olanlara kesildiği spekülasyonuna neden oldu. Sebep her ne olursa olsun Yalçın Akdoğan’la ilgili hatırlanması gereken daha farklı bir durum var. Akdoğan, AK Parti’nin kuruluş ideolojisini betimleyen, “muhafazakâr demokrasi” tanımını partinin kimliği haline getiren isimdi. Akdoğan’ın 2004’te kitap haline getirdiği tez, dünyadaki farklı muhafazakârlık anlayışlarını irdeliyor; “Milli Görüş gömleğini” az önce çıkarmış, dindar, egemenlerin rejim krizi saydığı konularda siyasi ve politik talepleri olan, yönetilmesi zor bir ülkeyi dönüştürerek ve demokrasinin sınırları içinde kalarak yönetme iddiası olan bir partiye siyasal kulvar oluşturma çabasını içeriyordu.

        Arap Baharı olarak bilinen Ortadoğu isyanları hem Türkiye hem de bölge için pek çok değişime neden oldu. Gezi ve 17-25 Aralık gibi biri toplumsal diğeri bürokratik iktidar devirme hamleleri Erdoğan’ın, AK Parti’nin hatta ülkenin ihtiyaçlarını ve taleplerini dönüştürdü. Ve şimdi Yalçın Akdoğan’la beraber “muhafazakâr demokrasi” sayfası da en azından bir süreliğine rafa kalkmış görünüyor.

        ***

        Binali Yıldırım ve yeni kabine, bölgesel şartların çok farklı fay hatlarını harekete geçirdiği zor bir ülkeyi yönetme işini devraldılar.

        Terörle mücadele devam ederken ekonomik adımların ivme kazanmasına ağırlık verilecek. Fiili duruma yasal hüviyet kazandırmak için gereken sistemin başkanlık sistemine doğru değişimi için çalışılacak. Ve görünen o ki, son birkaç yıl içinde hasıl olmuş “değerli yalnızlık” ile ilgili tutumlarda da değişiklik söz konusu. Dünkü gazete Habertürk’te “Çok dost, az düşman” ifadesiyle tanımlanan düstur 65. hükümetin planları arasında yer alıyordu. Hiç kuşkusuz Mısır, İsrail, Rusya ile Türkiye arasındaki gerilimin nedeni Davutoğlu hükümeti değildi, ancak belli ki yaşanan kan değişimi yumuşamayı rasyonalize eden bir atlama taşı olacak. Bu bağlamda birkaç ay öncesine kadar “Batılı finans çevrelerinin tesiri altında olmaktan” Kraliçe’nin lobilerine biatlı olmaya kadar pek çok fütursuz saldırıya maruz kalan Mehmet Şimşek’in başbakan yardımcısı olarak konumlandırılmış olması da önemli.

        “İçerideki cepheleşmenin” Erdoğan’a karşı harekete geçirilmiş “çevrelerin”, ekonomiyi kullanarak yarattıkları kuşatmayı delmek açısından gerekli olduğunu savunanlar ve her “Ne gerek vardı?” deyişimizde “Hiç anlamamışsınız” gibi komik cevaplar verenler, artık “anlamıştır” diye düşünüyorum.

        Yeni dönemin kabinesinde ilk kez böylesi önemli bir göreve getirilen isimler de var, üç dönemlikler de. Seçimler çoğunlukla isabetli görünüyor. Sadece daha önce Milli Savunma Bakanı olan İsmet Yılmaz ile Milli Eğitim arasındaki bağı kavrayamadım. İkisinin de başında “milli” var, hem eğitimin de savunulmaya ihtiyacı var diye bakılmış anlaşılan...

        Diğer Yazılar