Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Tunus’un Nahda Hareketi, yaptığı kongre sonrasında önemli bir karar vererek dini faaliyetleri ve siyasi çalışmaları birbirinden ayırmaya karar verdi. Hareketin lideri Raşid Gannuşi, özellikle camilere siyaset sokmamak gerektiğini belirtti ve bu doğrultuda parti üyelerinin camilerde vaaz vermesinin önüne geçti. Tıpkı 2014’teki Tunus genel seçim sonuçları gibi bu hadiseyi de “laikliğin zaferi” ve siyasal İslam’ın vazgeçişi, yenilgisi olarak görenler ve gelişmeyi kutlayanlar oldu. Yanılıyorlar.

        Çünkü Nahda’nın kararında somutlaşan Gannuşi’nin tavrı yeni değil. 2011 itibarıyla konuşmaya başladığımız Tunus siyasi atmosferi, Gannuşi’nin başından beri izlediği “Müslüman demokrat” çizgisinin pratikleriyle dolu.

        Önce bakmak lazım.

        İhvan geleneğinden gelen Nahda’nın kurulduğu 1972’den bu yana çok şey değişti. Hareket hep şiddetten uzak bir toplumsal dönüşümü savundu.

        2011 yılında Tunus’ta gerçekleşen Yasemin Devrimi’yle özgürlük yolu açılmış oldu. 23 Ekim’de Gannuşi liderliğindeki Nahda, Tunus’un ilk demokratik seçimlerinde büyük bir başarı kazandı. Ancak Gannuşi hiç de mecbur değilken “Geçiş dönemlerinde % 51’in % 49’u yönetmesi sağlıklı değildir” diyerek diğer partilerle bir koalisyon hükümeti kurdu. Cumhurbaşkanlığı görevine başka bir partinin liderinin getirilmesi de, ülke 2013’te yaşanan iki suikastta gerildiğinde Nahda’ya mensup başbakan Cibali’nin istifa etmesi de Gannuşi için sorun teşkil etmedi. Bu sayede Tunus parlamentosu, devrim anayasasını tamamlayabildi. Siyasal gerilim büyük ölçüde azaldı ve 2014 seçimleri sakin bir biçimde geçti.

        Bütün bu süreçte Gannuşi sürekli olarak demokrasinin sağlıklı işleyişinin her kesimi ve görüşü içine alan ulusal birlik hükümetlerinde olduğu görüşünü yineledi. 2014 seçimlerine gidilirken de “yüzde 60 oy dahi alsalar tek başına hükümet kurmayacaklarını” vurguluyordu. Yaptığı tüm değerlendirmelerde, ülkenin kazasız şekilde geçiş dönemini atlatmasının önemine vurgu yaptı ve iktidar olmanın değil, “demokrasinin kalıcı hale gelmesinin daha elzem olduğu”nu savundu.

        Bütün bunlara rağmen hem bölgedeki gelişmeler hem de eski Tunus’ta cezaevine konulmuş ama Yeni Tunus’ta serbest kalmış kadrolar nedeniyle şüpheci değerlendirmelere konu oldu Nahda. Hatta Nida Partisi, Nahda karşıtlığı üzerinden kampanya yaparak Gannuşi ve hareketini kışkırtmayı hedefleyen bir seçim kampanyası yürüttü 2014’te.

        İşe yaradı mı? Evet. Nida Partisi’nin 2014 genel seçimlerinden birinci parti olarak çıktı. İki ay sonra yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde de yine Nahda kaybetti, Nida’nın adayı kazandı. Bunun bir nedeni hiç kuşkusuz Nida’nın kamplaşma yanlısı kampanyasıydı. Diğer nedeni, Gannuşi ve Nahda’nın “uzlaşmacı” tutumunun, temkinli bir kampanya yürütülmesinin belki kendi taraftarlarınca bile “pasiflik” olarak algılanması.

        Bir siyasal partinin siyaset yapmaktaki amacı “seçim kazanmak ve iktidar olmak” derseniz Gannuşi ve hareketi “başarısız”dır, hatta adım adım başarısız olmak için gereken bütün adımları atmıştır bile denebilir.

        Ancak soruyu, “İnsan neden siyaset yapar? Hatta Müslümanlar neden siyaset yapmalıdır?” diye sorduğumuzda cevap değişir. Soruyu Müslümanlar özelinde ve İslamcıların sırtına yapıştırılmış, “İslamcılık demokrasiye mânidir, çünkü iktidarı ele geçirmekten ve onu zor yoluyla elinde tutmaktan başka hedef gütmez” kamburuyla beraber düşünürsek, Müslüman ve demokrat olmanın IŞİD ve benzeri demokrasi karşıtı radikal akımlardan ayrışmayı da gerektirdiğini hatırlarsak Gannuşi’nin tutumunun yanlış olmadığını görürüz.

        Nahda’nın siyasi çalışmaları, dini faaliyetlerden ayırma kararı almasını en iyi açıklayacak şey 2012’de Tunus’ta görüşme şansı bulduğum Gannuşi’nin söylediği şu cümlelerde var: “İslam ancak doğallık üzerine yaşandığı zaman hükmünü icra eder ve zamanına bir şey söyler. İslam hiçbir zaman devlete verilmiş bir emanet değildir. İslam, ümmete verilmiş bir emanettir.”

        Gannuşi’nin bildiği, çok önceden anlamış olduğu mesele şu: İslamcılığın modern siyasetin agresif yöntemlerini kullanarak giriştiği iktidar savaşı ve bu yolla aldığı mevziler, İslam’ın hükmünün vicdanlarda karşılık bulması süreciyle rekabet edebiliyor. Kısa vadede başarı olan, uzun vadede hezimete neden olmasın. Kutsal olanın hükmü yere düşmesin istiyorsak, onun vicdanları istiskal edebilecek politikalar tarafından araçsallaştırılmasını önlemeliyiz.

        Buna “laiklik” değil, “hezimet” değil, olgunluk ve ileri görüşlülük diyoruz.

        Diğer Yazılar