Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Aydın Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) Veteriner Fakültesi’nde görev yapan Prof. Dr. Hüsnü Erbay Bardakçıoğlu isimli hüsnüniyetsiz, İstanbul’un fetih yıldönümünde sosyal medya hesabından şöyle bir paylaşım yaptı: “Bugün muhteşem bir uygarlık olan Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’in barbar ve bağnaz bir kabile tarafından işgalininyıldönümü.”

        Gezi olayları sırasında duvara nakşedilen “Zulüm 1453’te başladı” lafının sahibiyle aynı zihniyet iklimine mensup ama ondan daha kaba ve kinci olan Hüsnü Erbay açığa alındı.

        “Zulüm 1453’te başladı” lafının sahibini tanımıyoruz; Gezi aynı zamanda bir absürd mizah örneği olduğu için cümleyi yazan espri yaptığını bile düşünmüş olabilir. Ayrıca biber gazı yiyen ve canı yanan adam/kadın aktüel bir hınçla muktedirleri acıyacak yerden vurma hedefine yönelmiş olabilir. Ama bir profesörü, açık seçik kendi kimliğiyle, ortada herhangi bir kavga/dövüş/gaz/TOMA yokken, oturduğu yerden böyle bir tweet atmaya iten haletiruhiye her ne olursa olsun alçaklıktan beslendiği kesin.

        Nasıl bir motivasyondur ki bu insanı kendisinden, kendi köklerinden; ben sevgisini ve özsaygısını da yitirene dek nefret ettirmiş...

        Kökenini “barbar ve bağnaz” diye müsemma eden adam belli ki Türkiye’de yaşadığına pişman. Müslüman olduğuna pişman. Napolyon Bonapart’la değil de Fatih’le, Kanuni ile anılan bir kültür mirasına müntesip olmaktan pişman. Kendisi olmaktan pişman.

        Ya da kendisi için başka bir “ecdat” icat etmiş... Çoğunluktan ayrışmanın en basit elegan bir “yaşam tarzı” ama yüksek standartlar gerektiriyor, oradan olmamış. Kemalizm kesmemiş, çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Binali Yıldırım da “Gazi” diyor, “Mustafa Kemal” diyor. “Ordu göreve”ler demode olmuş, ordu artık Cumhurbaşkanı’nın emrinde. Ne yapsın nefret dolu, kinci bilim adamı? Çoğunluğun sevip saydığı her şeye nefret besleme dürtüsünü nereye demir atsın?

        “Muhteşem Doğu Roma İmparatorluğu”nu seçmiş.

        İnsanın kendisini atalarıyla, kökleriyle, ecdadıyla değil, tercihleriyle tanımlamayı seçmesini anlarım. Acaba kimlerden geldik, kökenimiz ne, Osmanlı’dan önce neydik diye sorgulayıp, Batı üstünlüğü karşısında meşhur Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir gibi “Klasik medeniyetin vârisi Anadolu’dur, Anadolu İyonya medeniyetidir. Apollon Anadolu’nun tanrısıydı” gibi yollara giden “Mavi Anadolu” akımı müdavimlerini de, mühürledikleri müfredatın çocuklarını da anlamak mümkün. Ama el insaf, Cevat Şakir bile Helenistan Anadolu’dan çaldı demeye getiriyordu. Batı kültürünün Yunan efsaneleri zannettiği şeyin Anadolu efsaneleri olduğunu, Batı’nın Greklerle, Helenistan’la, Yunan’la soy sop, akrabalık icat etmesinin tümüyle yanlış olduğunu, temel aldıkları kaynakların “Anadolulu” olduğunu iddia ederek kendince “Milli evrensel Anadolu” diye bir yere varmaya çalışıyordu.

        Aradan Osmanlı’yı çıkaralım ve İyonya’yı masaya koyalım, Batılılara “Aradığınız burada” diyelim şeklinde gelişen ve tutmayan macera bile; Mavi Anadolu akımı bile şu acul “Muhteşem Doğu Roma”ya öykünüşten hiç değilse daha mağrurdu.

        İnsanın “Atalarınızın başarılarını sarhoş olmak için kullanıyorsunuz ama bugün yaptığınız şeyler o başarıları yüceltmekten uzak” diyerek “fetih kutlamaları”na mızmızlık etmesini de anlarım.

        Kimse dedesinin başarılarını kendi zaferi, kendi başarısı addetme lüksüne sahip değil. Binbir fedakârlıkla kazanılmış ve devamındaki nesillere emanet edilmiş miras hakkında sadece onu tevarüs etme hakkımız var ve o mirası yüceltme, o mirasa layık olma yükümlülüğümüz...

        İstanbul, böyle bir miras. Onu tevarüs etmek, bize kapılarını açan fethe minnettar olmakla başlar. Minnettarlık da onu korumayı, siluetinden yeşiline kadar hem tarihini hem dokusunu el üstünde tutmaktır. Ecdadı yüceltmek, fethi onurlandırmak sahip oldukları insani özü, estetiği ve ahlakı temellük ederek olur, çeşmelerini büfe yaparak, cami duvarlarına florasan lambalı neonlu tabelalar çakarak değil.

        Ama Profesör Hüsnü Erbay Bey’in derdini anlamıyoruz.

        Çünkü derdinin insani bir özü yok. Hastalık ağır. Teşhis yapılamıyor ki tedavisi bulunabilsin. Açığa alındığı şu günleri muhasebe ve muhakeme ile geçirmesini salık veriyoruz.

        Diğer Yazılar