Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye ile İsrail arasındaki mutabakat metni tüm detaylarıyla paylaşılmasa da az çok netleşti. Türkiye’nin üç şartından ilki 2013’te gerçekleşmiş, Netanyahu, Erdoğan’dan özür dilemiş, Erdoğan da özrü Türk halkı adına kabul etmişti. Mavi Marmara mağdurlarına bir insani fondan 20 milyon dolarlık aktarım sağlanmasına karar verilmesiyle ikinci şartın da tamam olduğu kabul ediliyor. Ablukanın kaldırılması ise, ambargonun yumuşatılması, iki yıldır nefes bile alamayan Gazze’ye yardım imkânlarının artırılması suretiyle gerçekleşmiş sayılıyor.

        Aslına bakarsanız iki taraf da istediğini tam olarak alabilmiş değil. Türkiye, Gazze’ye denizden ablukayı kaldırtamadı. Yardımlar eskiden olduğu gibi Aşhod Limanı’ndan İsrail kontrolü ve onayıyla Gazze’ye aktarılacak.

        Buna mukabil İsrail’in Likud’cu taifesinin memnuniyetsizliğine bakmak bile o tarafın da istediğini alamadığını görmeye kâfi. En başta Türkiye’nin HAMAS’a terör örgütü muamelesi yapmasını sağlayamadılar. Halid Meşal’in sıcağı sıcağına gelip Cumhurbaşkanı Erdoğan ile kameralar karşısında resim vermesi de Türkiye’nin bakışını değiştirmediğini göstermesi bakımından önemliydi.

        Gelgelelim meselenin hissi boyutu var. Mevcut durumu ile İsrail, benim nezdimde normalleşme kelimeleriyle yan yana gelmesi gayri kabil olan bir devlet. Böyle düşünmek için de İslamcı hatta Müslüman olmaya gerek olmadığına, insan olmanın yeterli olduğuna inanıyorum.

        Devletleri bağlayan realite ile bireylerin; ortak referanslar çerçevesinde bir araya gelen grupların hassasiyetinin örtüşmek zorunda olmadığının da farkındayım. Bireyler ya da topluluklar kendi hassasiyetleri konusunda devletlerine baskı yapabilirler, ama devletler bir ülkenin tamamını temsil ettikleri bilinciyle kararlar alırlar. Bu bağlamda bir devletin vizyonunun Mavi Marmara yardım gemisine düzenlenen İsrail saldırısına indirgenmesini beklemek yanlış olabilir. Ama Mavi Marmara mağdurlarının davasını sırtlanıp ulusal ve uluslararası düzlemde bu ülkeyi mahkûm ettirme işini üstlenmiş İHH ve mağdurlara “Yerli ve milli değilsiniz” demek, sırtını dayadığı yücelerden “ajan” suçlamaları yapmak da kimsenin haddi değil.

        Daha kötüsü, bu tutumlar vicdanlı insanların, cüzdanlı insanların tasarruf alanına bırakıldığı şüphesini derinleştiriyor ki, herhalde bu da en istenmeyen şey. Anlaşmanın İsrail kontrolünde yer alan Doğu Akdeniz’in ‘“Leviathan”ından çıkarılıp Türkiye üzerinden taşınacak gaz üzerinden kutsanması, yere göğe sığdırılamaması da bu şartlarda aynı ölçüde çirkin geliyor. İsrail ile Gazze halkına hiç değilse nefes aldıracak imkânları temin etmesini umduğumuz için anlaşma yaptığımızı ummak istiyorum, “Leviathan” gazının yarattığı imkânlara aşerdiğimiz için değil.

        Doğruya doğru, anlaşma Gazze’de yaşayan Filistinlilerin günlük yaşamda karşı karşıya kaldıkları zorlukları büyük ölçüde hafifleten maddelere sahip ve hatta müzakerelerin bu kadar uzun sürmesi de buna bağlanmakta. Mutabakatla ilgili süreç yolunda giderse 10 bin tonluk ilk yardım gemisi cuma günü Aşdot Limanı’na doğru hareket edecek. Gazze elektriğe ve en önemlisi suya kavuşacak. Bunlar sevindirici gelişmeler ama her defasında gelip o noktaya takılıyoruz: İsrail anlaşma şartlarına uyacak mı? İsrail’in kendisini anlaşmayla bağlı sayacağına ilişkin geçmiş tutumları geleceğe kefalet teşkil edecek türden değil. Çünkü o, bir terör devleti.

        Başka bir mevzu da Mavi Marmara’daki katliamı organize eden Gavriel Ashkenazi, Eliezer Marom, Avishai Levi, Amos Yadlin adlı 4 İsrailli komutan hakkında 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilmiş yakalama kararının akıbeti. 26 Mayıs 2014’te verilen mahkeme kararıyla İsrailli yetkililer, başka bir ülke vatandaşlarına karşı işledikleri suç nedeniyle başka bir ülke mahkemesinde “ilk kez” yargılanmışlardı ve ilk kez aleyhlerinde bir karar alınmıştı.

        Normal şartlarda bu kararın bir kırmızı bülten çıkarılmasına olanak sağlaması ve 4 İsrailli askerin Interpol’ün “arananlar” listesine girmesinin sağlanması gerekiyordu ama Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye lehine olmadığını” gerekçe göstererek mahkeme kararını Adalet Bakanlığı’na geri gönderdi. Bakanlıkların yerindelik denetimi yapma hakkı olmadığı için Mavi Marmara mağdurlarının avukatları suç duyurusu yaptılar ve devlete karşı açtıkları dava halen sürmekte.

        Şimdi bu ve diğer davaların düşmesi gündemde.

        Mağdurları, yakınlarını öldüren İsrailli askerlerin mahkûm olmasını istemekten men etmek hangi gerekçeyle savunulabilir, bilemiyorum.

        Diğer Yazılar