Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yenikapı mitingi ve demokrasi mitinglerinin ardından çıktığım izinde gözümün önünden sürekli rakamlar, isimler, detaylar geçti. Çok şey söylüyormuş gibi yapıp hiçbir şey söylemeyen adamlar ve entipüften mistik detaylarla FETÖ’yü fantastik bir yaratık gibi lanse eden konuşmacılar olmadan da yeterince kötü bir tablo vardı. Zulmettikleri insanlar için adaletin yerini bulmasını izledim, ama daha çok TSK’daki eğitim sırasında mobbing gören, üniformalarını ağlaya ağlaya bırakıp gitmek zorunda kalan asker adaylarını tekrar tekrar dinledim. Tasfiye edilecek isimleri tasfiye etmek için gerekli kritik noktaları ele geçirmek amacıyla kurulan kumpaslardaki matematiğe kafa yordum. Bir zamanlar o matematiğe hayran olan, ağ gibi işlenen bir organizasyonu gerçek ve tutkulu bir inanca tercih eden muhafazakârları hatırladım.

        Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünün yasını bu kez, daha farklı bir şekilde yeniden tuttum. Daha 2010 yılında örgütün özellikle BBP’ye yakın isimleri markaja alıp kulaklarına fısıldadıkları, “Yazıcıoğlu’nu devlet öldürttü” derken ve asla isim vermeden yaptıkları imalar artık çok daha anlamlı görünüyordu. Bunu yaparken dönemin İçişleri Bakanı’nın olayı araştırma konusundaki ihmalini delil göstermeleri de beyliktir. Kendilerinden olanlara sadakatleri, iki kumpas arasındaki işlevsellik paritesine bağlıydı belli ki. Ve hangi karanlık eylemi kotarmışlarsa, bizzat onun kılıfını hazırlıyorlardı.

        Hrant Dink cinayetiyle ilgili yargılamanın ele alınış tarzı, kararı veren hâkimin yeniden değerlendirilmesi bunun sonucudur. Hatta belki sıra Turgut Özal’ın ölümüne de gelecek. Zehirlenme iddiasının üzerinde nasıl tepindiklerini iyi hatırlıyoruz. Amaç Özal’ın ölümünü Ergenekon’a bağlamak ve başka bazı kamu çalışanlarını, hatta TSK mensuplarını bu davaya dahil etmekti belli ki.

        Rızanur Meral’in o korkunç TUSKON konuşmasını ayakta alkışlayan işadamlarını bütün uyarılara rağmen tam iki yıl boyunca desteklemeye, parasal olarak beslemeye devam etmekte ısrarcı olan işadamları kanun hükmünde kararnamelerle büyüteç altına alınırken, kaz gelecek yerden tavuğu esirgemeyen ama sonuçta sadece rasyonel kararlar alan; bir zamanların Anadolu burjuvazisi bağlamında çok pohpohlanmış yerli sermaye sahipleri üzerine düşündüm. Hangi cihetten kendilerini örgüte pelesenk ettiler?

        İŞADAMLARININ SORGUSU ÖNEMLİ

        Bu işadamlarını devletin hışmını çekme rağmına MGK belgesine girmiş bir yapılanmaya destek vermeye sevk eden ya da zorlayan etmenler nelerdi?

        “Biz sizi var ettik, şimdi sıra sizde!” gibi bir karşılıklılık anlaşması mıydı gerekçe? “Şantaj” korkusu mu? “Gülen sevdası” mı? Üçü de ticaretin bütün bileşenlerine ve acımasızlığına daha beşikten itibaren hazırlanan bu alaylı burjuvaziyi motive etmek için yetersiz.

        Para ciddi bir şeydir ve zamanında destek çıktığın isimler bile olsa hem himmet verecek yani para ödeyecek hem de bunu yaparak devleti karşısına alacak işadamlarına güvence vermen gerekir. O güvence neydi?

        Sözgelimi, “Türkiye ne ki, bizim/sizin arkanızda ABD var” mı dediler? FETÖ’nün kendi kendine verdiği “darbe yapma hakkı” ticaret erbabının başından beri bildiği ve son şans olarak güvendikleri bir opsiyon muydu? Bizim yerli, Anadolulu rasyonel, beşikten tüccar burjuvamız “darbe” seçeneğini(!) çantada keklik sayarak himmete devam etmişse, buraya bir virgül koymak gerekir. Demek ki köken olarak Anadolulu olmak bir sermayeyi temizlemeye yetmiyor, İstanbul sermayesinden daha hakiki yapmaya yetmiyor.

        O ihtimalde bu işadamlarının 28 Şubat destekçisi olarak kodlanan TÜSİAD’dan eksikleri yok, fazlaları var. Ama mesele bu değil. Mesele işadamlarının sorgulanması ve yakalanırlarsa ne söyleyecekleri öğretilmiş darbeci subaylara karşılık, işadamlarından daha çok veri süzme olasılığının bulunması. Herkes sadece Ankara’daki siyasetçileri konuşuyor ama asıl, darbeyi kurgulayanların ve onu bir seçenek olarak görerek yerelde destek alanların temas noktası olan belediyelere ve il, ilçe teşkilatlarına bakılmalı. Bir örgütün 17-25 Aralık’ta yaşananlara rağmen nasıl olur da 62 bin 317 gayrimenkulü olur başka türlü? Bu sadece şu ana kadar belirlenebilen gayrimenkullerin sayısı.

        Bazı belediyeler geçmişte ferah feza alan ve arazi tahsis ettikleri PDY’ye karşı takındıkları bonkör tavrı 17-25 Aralık’tan sonra telafi etmeye çalıştılar, hatalarını düzeltme yoluna gittiler. Ama herkes biliyor ki bazıları kılını bile kıpırdatmadı. Hatta bazıları 15 Temmuz’da, makam odalarının az ilerisinde 18 kişi vurulmasına rağmen 4 gün sonra ortaya çıktı.

        En iyisi kendileri hakkında gerekeni yine kendilerinin yapmasıdır.

        Diğer Yazılar