Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Son bir hafta Türkiye’nin sabrını sınama testi gibiydi. Beşiktaş’ta terör saldırısı, Kayseri’de terör saldırısı, Rus Büyükelçi Karlov’a Ankara’da yapılan suikast, Fırat Kalkanı’nda görevli TSK mensubu 16 askerin DEAŞ tarafından şehit edilmesi... Bab’a dayandıkça baskı artıyor.

        REKLAM

        Öyle ki askerlerimizin ölümü için yeterince yas tutamamışken daha, DEAŞ’ın hesabından yayınlanan ve Daily Mail gibi yayın organlarında da yer alan bir video kaydıyla sarsıldık. Türk askerlerinin infazıyla ilgili olduğu iddia edilen görüntüler sosyal medya için tedbir kararı alınmasına neden oldu. Bu yazı yazıldığı saatlerde yetkililer henüz bir açıklama yapmamıştı. Muhtemelen görüntü- lerdeki kişilerin kimliğini teyit edebilmek için başlatılan hummalı bir çalışma söz konusuydu. Eşzamanlı olarak başka yerlerden “Türk askeri, Rojava’da sivilleri taciz ediyor” notuna eşlik eden video kayıtları servis edildi. Hem fiziksel şiddet hem psikolojik harp tekniklerinin kullanıldığı bu saldırılar, Türkiye’yi hakkı olan bir müdahaleyi gerçekleştirmekten alıkoymak amacıyla değişen derecelerde, sırayla sahne alıyorlar.

        Yargı bürokrasisi kullanıldı olmadı, FETÖ’cü askerler eliyle darbe yaptırıldı olmadı. Şimdi direkt “toplum” hedef alınıyor. Toplumu yaralamak ve acısını manipüle etmek için yoğun bir dayatma var sanki.

        Nefret ve öfke içinde vicdanlar isyan ediyor. Neye isyan? Herhalde Fırat Kalkanı’na değil. Kötülüğe isyan. En azından bu satırların yazarı için öyle. Zira “IŞİD’le mücadeleyi göze alamazsak PKK devleti dahil daha pek çok tehdidi kucağımızda buluruz” diye yazmış biri, herhalde kalkıp “Bize ne yahu, neden DEAŞ’la, (IŞİD’le) karşı karşıya geldik?” diyecek değildir. (Bkz. Habertürk Gazetesi, 3.07.2015.)

        REKLAM

        Hâlâ aynı şekilde düşünüyorum. Türkiye burnunun dibine kadar gelmiş, ülkenin çeşitli illerinden adam devşirmeye başlamış radikal Selefi bir terör örgütüyle mücadele kararı almak zorundaydı. Bu mücadele en az PKK kadar tehlikeli bir örgütü Türkiye’den uzak tutmak için gerekliydi. Onlar ya da şunlar istedi diye değil. Kaldı ki çözüm sürecini bozarak saldırganlaşan ve Suriye’deki parçası PYD ile beraber organize hareket eden; ama Batılı mahfillerde destek bulduğu için avantajlı konumda olan terör örgütü PKK’ya karşı verilen mücadelenin uluslararası platformlardaki meşruiyeti de buna bağlıydı. Nitekim 15 Temmuz sonrası hızla yürürlüğe giren Fırat Kalkanı’nda da aynı vizyon ve tasarruf söz konusu oldu. DEAŞ’la mücadele ve PYD-PKK koridorunu engelleme, eşittir: Sınır güvenliği.

        Garip olan dün, “Neden IŞİD’e karşı önlem almıyorsun, neden izin veriyorsun?” diyenlerin bugün, “Türkiye fetihçi emellerle bizi Ortadoğu bataklığına soktu” demesidir.

        Bugün IŞİD’in verdirdiği kayıplara yönelik acımızı manipüle etmeye çalışanlar, 2014- 2015 yıllarında Türkiye’yi IŞİD’le ortak hareket ettiği iddiasıyla suçluyorlardı. O dönem Türkiye’nin IŞİD’le savaşa girmemesi, araya bir mesafe koyma kararı vermiş olması kriminalize ediliyordu. Bugün aynı akıl, “Neden IŞİD’le savaşıyoruz ki?” sorusu üzerinden manipülasyon yapmaya fırsat kolluyor.

        “Fetihçi” ve maceraperest idareciler yüzünden bu akıbete uğradığımızı iddia edenler, devletin daha birkaç gün önce “Esad da dursun, rejim de kalsın” şartlarını içeren Moskova Deklarasyonu’na evet deyişini nasıl açıklayacak? Bölgesel şartlar ve iç sava- şın yayılmaması adına oluşturulan yeni öncelik-yeni mecburiyet listesine uygun hareket etme kararında, nasıl bir “fetihçilik” yahut “cihatçılık” var?

        Tek açıklaması var: Suriye’de İslami çözüm filan bile değil “insani çözüm” için gereken şey Esad’ın yönetmediği bir modeldi. Mecburiyetler dayattı ve günün sonunda “Çözüm olsun da çamurdan olsun” noktasına gelindi. Kuşkusuz bu hazin bir noktadır. Ancak aynı zamanda, meselenin fetihçilikle, maceraperestlikle ilgisi olmadığını bütün çıplaklığıyla ispat eden bir nokta.

        REKLAM

        Öte yandan, düşman karşısında dik durmak ile kayıplar yokmuş, olmuyormuş gibi davranmak arasındaki sınıra dikkat etmek gerekiyor. Ajitasyon içeren içeriği denetlemek ile kamuoyunun neler olup bittiği hakkında bilgilenmesini sağlamanın eşzamanlı gerçekleşmesini gerektiren bir süreçteyiz. Türkiye bugün bütün Ortadoğu’yu içine alabilecek olan daha büyük ve kanlı bir savaşın ortasında kalmayalım diye bedel ödüyor. Hangi fedakârlıkların yapıldığının hatırlanması, nasıl bir bedel ödendiğinin bilinmesiyle mümkün.

        Diğer Yazılar