Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye “paralel devlet” namıyla ve yeni adıyla FETÖ olarak adlandırılan yapının emniyet, yargı ve askeri bürokrasiye verdiği zararı hâlâ tamir etmeye çalışıyor. Emniyet ve yargı ağı kullanılarak mahkûm ve mağdur edilen Ergenekon ve Balyoz davası mağdurlarının serbest kalması, adaletin geç de olsa tecelli etmesine örnek gösterilerek “sevindirici gelişmeler” kapsamında alındı.

        Ancak FETÖ tarafından mağdur edilenlerin sadece Kemalist kesimden olmadığı gerçeği unutulmuş durumda. Biraz Tahşiyeciler biliniyor, biraz Selam Tevhid, İhya-Der, o kadar.

        Oysa Türkiye’de hiçbir şiddet eylemine katılmadıkları halde binlerce yıla mahkûm edilen ve hâlâ adaletin tecelli edeceği günü bekleyen başka insanlar da var. Biri, Köklü Değişim grubu ya da diğer adıyla Hizbuttahrir. Müslümanların emperyal saldırılara karşı direnebilmesi için Kuran’ın sözünden çıkmayan bir “halife”ye bağlı olunması gerektiğini savunuyorlar. 1953’te Filistin’de İslami bir parti olarak kurulmuş, 1960’lı yıllarda Türkiye’de faaliyet göstermeye başlamış. Gülenist emniyet, yargı sultasının hüküm sürdüğü 2001/2013 yılları arasında 400 kişi mahkemeye çıkarılmış, toplam 1828 yıl cezaya maruz kalmışlar. Bunlardan 1035 yıllık ceza Yargıtay’ca onanmış durumda. 793 yıllık ceza dosyaları ise halen Yargıtay aşamasında.

        YASALAR ÇİĞNENMİŞ

        Ben günümüz şartlarında katılımcı demokrasiden sapma içeren hayallerin/fikirlerin meşruiyetini sakat/özürlü bulan bir dindarım. Ancak şiddet içeren eylemler icra etmedikleri ve şiddeti teşvik etmedikleri sürece, insanları hayalleri üzerinden terörist ilan edemezsiniz ve terörist muamelesi yapamazsınız. Yaparsanız en başta 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ile ters düşersiniz.

        Ama bakıyoruz, yasalar gani gani çiğnenmiş.

        AB’ye uyum çerçevesinde 2002’de yapılan değişiklik, 3713 sayılı TMK’dan yargılanmak ve mahkûm olmak için somut terör faaliyeti icra edilmesini şart koşuyor. Oysa sanıkların, cebir ve şiddet içeren hiçbir eylemde bulunmadıkları bizzat hâkimlerin beyanlarıyla sabit. Hatta 12.08.2003 tarihli Emniyet Bilgi Notu’nda; “Hizb-ut Tahrir örgütü, halen tebliğ ve açılım faaliyetlerini sürdürmekte olup kullandığı doküman, kitapçık ve internet sitelerinde nihai hedef olarak kurmayı düşündüğü Raşid-i Hilafet Devleti’nin tüm yönetim unsurlarına detaylı olarak yer vermekle birlikte söz konusu örgütün bugüne kadar herhangi bir silahlı eylemine rastlanılmamıştır” deniliyor.

        3713 sayılı TMK’da yapılan değişiklikten sonra ardı ardına verilen beraat kararları “Hayır bayım, onlar terörist kalacak” müdahalesiyle durduruluyor. Bildiniz, Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından.

        Şöyle oluyor: 2003 yılında Adana 2 No’lu DGM’den çıkan beraat kararı, savcılığın itirazı sonucunda Yargıtay 9. Ceza Dairesi’ne gidiyor. Daire yaptığı bir içtihatla beraat kararını “kanuna aykırı bularak” bozuyor (19.04.2004). Gerekçenin özeti, “Şimdiye kadar cebir ve şiddete başvurmamışlar ama hilafeti getirirlerse silaha sarılmaları kaçınılmaz” şeklinde.

        50 HÂKİM TUTUKLU

        Grubun, yayınlarında faaliyetlerinde ve 60 yıllık geçmişinde cebir ve şiddete başvurmadıklarını ve asla başvurmayacaklarını beyan etmesi işe yaramıyor. Sadece yürürlükteki kanunlar değil bu davalar kapsamında Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, Dr. Ümit Kardaş ve Doç. Dr. Türkan Sançar’dan alınan ve yargılamaların usulsüz olduğunu belgeleyen bilimsel raporlar da ezilip geçiliyor.

        Hizbuttahrir’le ilintilenen insanlar, 15 Temmuz’da kanlı bir darbe gerçekleştiren FETÖ’nün yargıçları tarafından “Şimdilik kan dökmüyor ama dökecek” iddiasıyla terörist sayılıyor. O tarihten itibaren bütün mahkemeler de 3713 sayılı TMK’yı değil, Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin bu içtihadını referans alarak grubun mensuplarına ceza üstüne ceza yağdırıyor.

        Hizbuttahrir yargılamalarında yetki ve tesiri bulunan 62 yargıçtan 50’si şu an FETÖ üyesi oldukları gerekçesiyle tutuklu, 5’i firari, 1’i ihraç edilmiş durumda.

        O halde soru şu: FETÖ yargıçları tarafından haksızlığa uğramış insanların yeniden sağlıklı biçimde yargılanması için ille de Ergenekon ve Balyoz mağduru olması mı gerekiyor?

        Diğer Yazılar