Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        31 Mart gecesi yaşanan “Ülker ve tuhaf reklamı” krizi sönümlenmiş görünüyor, ancak duman hâlâ tütüyor. O gün ve gece yaşananlar; 15 Temmuz’un nasıl bir travma yarattığını ve travmanın suiistimal ve istismarla beraber geldiğini göstermesi bakımından önemli.

        Hatırlayalım: 31 Mart günü önce FETÖ üyesi oldukları ve bu doğrultuda manipülasyon yaptıkları ithamıyla tutuklu bulunan bazı gazeteciler tahliye edildi. Tahliyeler, bazı FETÖ’cü kanaat önderlerinin bahsettiği “bahar”a yoruldu. Sinirler gerildi. Balonu patlatan ise Ülker’in hüsnüniyetsiz, agresif ve itici dijital uygulamasının sosyal medya sitesine konması oldu

        Dolaşıma sokulan TV’lere verilen reklam değil, 1 Nisan ve #Mutlulukheryerde kampanyası çerçevesinde yapılmış bir dijital uygulamaydı. Sadece web sitesinde yayınlanan onlarca dijital uygulamadan biriydi ve 11 gündür web’deydi. “1 Nisan’da yapmayı düşündüğünüz şakaları yazın, yollayın, ödülü kapın” temalı videonun altında yüz binin üzerinde şaka birikmişti. Yani tahliyeler, tahliyeleri “bahar” müjdesiyle özdeşleştirenler söz konusu olmadan önce bahsi geçen korkunç sesli, ürkütücü web uygulamasının eşek şakasını özendiren pedagojik zararları bile gündeme gelmemişti.

        HATA VE SABOTAJ

        Sonra birden, darbe ya da suikast tehdidi olarak görüldü. Murat Ülker’e tepki yağdı. Murat Ülker önce, “Kumpas var, milletimizin yanındayız” dedi. Sonra “Yok artık” diye bir tweet atarak, muhtemelen FETÖ’cülükten darbeciliğe kadar varan suçlama skalasının abartısına tepki vermek istedi, ama bu tepki insanların dijital uygulamadan duydukları rahatsızlığı hafife almak olarak görüldü.

        Yapılan ilk açıklama reklama bilinçli olarak çarpık bir anlam yükleyenleri suçlarken, daha sonra verilen ilanda söz konusu dijital uygulamayı ortaya koyan ajansla çalışmaların durdurulduğu, soruşturma başlatıldığı ifade edildi ve arzu edilmeyen algıdan dolayı incinenlerden özür dilendi. Bu karmaşanın sebebi söz konusu ikinci ilana kadar rahatsızlığın reklamdan kaynaklandığının zannedilmesi ve “Zordur kardeşlik hayatı, şimdi hesap verme zamanı” diyen Halloween sesli ürkütücü dijital uygulamanın akıllara bile gelmemesiydi. Çünkü bilmiyorlardı.

        Ulaştığım yetkililerin neden sonra biraz da mahcup şekilde itiraf ettikleri şey, haberi olsa engelleyecek kimselerin söz konusu uygulamadan haberdar olmamasıydı. Yani hem hata vardı hem de sabotaj. Belli ki, “Biz dünya markasıyız, iyi işler yapıyoruz, bize kim zarar vermek ister ki?” özgüveni, sabotajlara karşı donanımsız bırakıyor.

        Oysa toplumun gergin olduğu, hassasiyetlerin arttığı zamanlarda puslu havayı seven kurtlar tam da o “dünya markası” olma nosyonunu hedefliyor. Çünkü o gece, Ülker linç edilirken en çok kullanılan tema, Yıldız Holding’in bazı dünya markalarını satın almak suretiyle “yavaştan” kaçıyor olduğu suçlamasıydı.

        Godiva’yı satın aldığında “kahraman” muamelesi gören Murat Ülker, sermayesini Türkiye’den çıkarmakla ve gittiği ülkelerin siyasi politik ajandalarına göre davranmakla suçlanıyordu. Oysa Ülker’in bütün şirketlerinin patronu Türkiye’deki Yıldız Holding’di. Gelirlerinin % 60’ı Türkiye’dendi. Ayrıca 2014’te bünyesine kattığı United Biscuits dahil satın aldığı şirketleri global kurumların verdiği kredilerle satın almış, yani bu yatırımları Türkiye’den sıcak para çıkararak yapmamıştı.

        VİCDANLA TARTIŞILSIN

        Murat Ülker, Bedri Baykam’ın boş çerçevelerine para saydığı günden beri üstü kapalı eleştiriliyordu. Bunları bir kenara koyalım, 15 Temmuz kırk yıllık dostların bile birbirini yeniden değerlendirmeye aldığı bir siyasi psikolojik eşik oluşturdu, dolayısıyla söz konusu uygulamaya yönelik samimi tepkileri de serinkanlı okumak lazım.

        İş ki, Türkiye’ye katkı sunan, milli sermaye dendiğinde hemen akla gelebilecek isimler hedef alınırken, eylemin getirisi ve görüntüsü düzgün bir akıl ve vicdanla tartılsın. Eleştiri linç seviyesine gelmesin. Mesele sadece Ülker meselesi de değil. Mesele şu: Millilik ve yerlilik en temel değerler haline gelmişken, Türk ekonomisi ve sanayisi adına önemli işlere imza atan, istihdam sağlayan ve sayısı bir elin parmağını geçmeyen iş sahiplerini boğmak, yatırımdan kaçınmaya -neredeyse- teşvik etmek, milli hedeflerimizle bağlantılı bir hedef gibi görünmüyor. Bilakis milli hedefleri baltalamak gibi görünüyor.

        Diğer Yazılar