Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Medyada ve sosyal medyada uzun süredir şöyle bir eğilim vardı: Kimse, biri linç edilirken, itibar suikastına maruz bırakılırken, başına bir şey gelirken koşup iki satır da olsa omuz vermiyordu. Bunun iki nedeni vardı: 1) Herkesin başına geliyor, hangi birine koşacaksın? 2) Kimseye kefil olunacak zamanlar değil. Ya gerçekten FETÖ’cü ise? Ya gerçekten DHKP-C’ye üye olmuşsa? 3) Devletimiz zor zamanlar geçiriyor, hele bir izleyelim, biraz sabredelim.

        Gün oldu devran döndü. Devlet kendi yaralarını sarar hale geldi. Devlet, devletin gücüne erişimi bir hayli artmış seçilmiş yöneticiler eliyle kendisini savunabilme kudretine sahip oldu.

        Bu durum terör örgütleriyle savaşma sorumluluğunu devletin üzerinden almıyor. Devlet elbette 15 Temmuz’u yapanlarla da hesaplaşacak. Ancak bir süredir, OHAL ile pekiştirilmiş gücünü sadece varlığını tehdit edenlere değil, “tehdit etme potansiyeli” taşıyanlara karşı da kullanıyor görünümü veriyor.

        Devlet kendisini koruyabiliyor, ama milletin güvenliğine ve esenliğine zarar vermekle itham edilenler ve bu nedenle gözaltılarla, uzun tutuklulukla, ihraçlarla ve açlıkla karşı karşıya gelenler kendilerini koruyamıyor. Seslerini yükseltseler bile; toplumun kamplara bölündüğü bir vasatta bu ses karşı kıyıya ulaşmıyor, kendi kampının, mahallesinin içinde kalıyor. Kamplara ayrılmış bir toplum, kampları arasına duvar örülmüş bir toplum olmaya doğru gidiyor.

        Mevcut tablo, o tabloyu dert edinenlerin kafasının karışmasına yol açıyor.

        Soru şudur: FETÖ’nün 30 dava açtığı Sözcü Gazetesi patronu ve gözaltına alınan çalışanları FETÖ’cülükten içeri alınabiliyorsa, bu ülkede kim FETÖ’cü suçlamasıyla karşı karşıya kaldığında “Yanlış yapıldığını, FETÖ’cü olmadığını” ispat etmekte başarılı olabilir?

        El cevap: Kimse.

        ‘YE KÜRKÜM YE’ TAHLİYELERİ SÜRERKEN...

        Daha 4 Mayıs’ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı, uyku apnesiyle ilgili hastalığı mazeret gösterilerek tahliye edildi. Kamuoyu sadece bu tahliyelere kilitlendi. Oysa “Ye kürküm ye” tahliyeleri, serbest bırakmalar epeydir var. Gerçek şu ki, Ağustos 2016’dan beri FETÖ’ye finans desteği sağlama şüphesiyle gözaltına alınıp tutuklanmış pek çok işadamı tahliye edildi, adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

        15 Temmuz darbe girişiminin gerçekleştirilmesiyle doğrudan bağlantıları tespit edilememişse olacağı da budur. Ancak bu durum, “Onlar FETÖ’cü değil de Sözcü mü FETÖ’cü?” sorusunu sormaya icbar eder. Sorular çoğaltılabilir, “Finans desteği sağlayan FETÖ’cü değil ama sohbet toplantılarına börek yapıp götüren ev ablaları mı FETÖ’cü? FETÖ’nün güçlenmesine, palazlanmasına yardım eden, işadamlarını FETÖ’ye destek vermeye teşvik edenler FETÖ’cü değil ama kanamasıyla, yeni doğmuş bebeğiyle, başında yazma ayağında terlikle emniyete çekilen gariban kadınlar mı FETÖ’cü?” diye uzar gider...

        Emin Çölaşan’ın yazdığı bir gazeteyi benimseyebileceğim, vaktiyle yazdıklarını, yaptıklarını unutacağım düşünülemez. Ama ben “unutmam” derken sadece “unutmayacağımı” kastedenlerdenim. Bu kelimeyi “ödeteceğim” anlamında kullananlardan değil. Bu hatırlatmayı yapmamın nedeni, FETÖ ile mücadelenin ayak kaydırma ve kadrolaşma gibi amaçlar için araçsallaştırılmasının yanı sıra aynı zamanda intikam ve ödetme aracı haline getirildiği şüphesinin giderek yaygınlaşmasından kaynaklanıyor. Ve emin olun, darbeyi tasarlamış olan, siyasete müdahaleyi misyon haline getirmiş olan gerçek FETÖ’cüler, “Devletin amacı FETÖ değil, muhalefeti yok etmek” ithamına malzeme veren algı sayesinde kalabalığa karışma, kendini gizleme imkânı buluyor.

        Unutulmamalı: Kurunun yanındaki yaşlar arttıkça, yaş olan çoğaldıkça kuru da yanmıyor. Dolayısıyla “kuru” ile yapılan hesaplaşmanın imkânları da, meşruiyet zemini de daralıyor.

        Diğer Yazılar