Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        IRAK Başbakanı Haydar İbadi, iki gün önce “Orduyu halkımıza karşı kullanmayacağız ve Kürtlere karşı savaş başlatmayacağız” dedi. Ancak cumartesi günü haber sitelerine düşen bir açıklama tam tersi yöndeydi. Habere göre Haşdi Şabi’ye bağlı olan ve Ebu Azrail olarak tanınan milis komutan, Irak Başbakanı Haydar İbadi’nin Kerkük’e saldırı için talimat verdiğini ve önümüzdeki günlerde büyük olaylar yaşanacağını iddia ediyor.

        IKBY’nin bağımsızlık referandumu sırasında Türkiye tarafından yapılan sert açıklamalar, TSK destekli ÖSO’nun İdlib operasyonu sayesinde epey sönümlenmişti. Üzerine bir de ABD’nin vize yasağıyla ilgili saçmalıklar gelince Barzani ve tartışmalı referandumla ilgili sıkıntının kapağı bir süreliğine kapatılmış gibi görünüyordu. O kadar ki şu an Kerkük’e 70 kilometre mesafedeki Tuzhurmatu İlçesi’nde bir kısmını Şii Türkmenlerin oluşturduğu Haşdi Şabi ile peşmerge güçleri arasındaki çatışma bile pek toz kaldırmıyor.

        Ancak bazılarının sırf Barzani’nin peşmergeleriyle çatışıyor diye Haşdi Şabi’ye kahraman muamelesi yapmak istediği, Türkiye’nin Bağdat Büyükelçisi’nin sahada işlerin değişmeye başladığını görüp “Erken kalkan yol alır” diyerek Şii milis örgütü Haşdi Şabi’nin bayrağıyla poz verdiği de akıllarımızda.

        Türkiye’nin Suriye ile ilgili perspektifini tamamen değiştirip Suriye’deki katliamların sorumlusu durumunda olan İran ve Rusya ile çözüm arayışına giriştiği de ortada. Fakat özeleştirisi verilmeden sahneye konmuş tüm bu eksen ve ittifak değişikliğine rağmen Türkiye’nin, Kerkük’ü alıp sonra İran’ın tasarruf alanı haline getirecek Haşdi Şabi’yi açıktan desteklemesi kolay değil. Çünkü böyle bir tercih, hakikat-konjonktür ve inandırıcılık arasındaki incelmiş bağların daha da incelmesi demek.

        ÇOK DEĞİL, SADECE BİR YIL ÖNCE...

        Çünkü Türkiye, Musul’u IŞİD’den temizleme harekâtı içinde neden yer alması gerektiğini anlatırken Haşdi Şabi’nin Sünni Arap ve Türkmenlere zarar verme potansiyelini öne sürmüştü. Haşdi Şabi, Sünnilerin derilerini nasıl yüzdüklerini gururla anlatan milislere ve komutanlara sahip olan, vahşiliği tartışmasız bir örgüttü ve o günlerde hepimiz yüreğimiz ağzımızda Haşdi Şabi’nin IŞİD bahanesiyle Sünni Türkmen ve Araplara yapabileceği katliamlara karşı teyakkuzdaydık. Hatta Türkiye, Kasım 2016’da Haşdi Şabi’nin Telafer’i alma riskine karşı bölgeye 190 km uzaklıktaki Silopi’ye tank sevkıyatı yapmıştı. Aralık 2016’ya geldiğimizde aynı Haşdi Şabi’nin Sincar’da varlığı tehlikeye düşen PKK’ya nasıl destek verdiğini okuyorduk gazetelerden. Haşdi Şabi’nin PKK’yı tehdit eden Erbil yönetimine karşı Barzani karşıtı KYB ve Goran’ı birleştirme çalışmalarına öfke duyuyorduk.

        2017’nin Ocak ayına gelindiğinde Haşdi Şabi bünyesinde faaliyet gösteren 4 büyük örgütün (Bedr Örgütü, Asaib Ehli Hak, HizbullahTugayları ve Seraya Es Selam) Sünni Araplara uyguladığı sistematik saldırılar artık uluslararası izleme örgütlerinin bile gündemindeydi. Af Örgütü, “Irak: Haşdi Şabi milislerinin silahlandırılmasına göz yummak” başlığıyla yayımladığı raporda Haşdi Şabi’nin binlerce genci kaçırdığını ya da onlara işkence yaptığını, hiçbir yargı ve infaz yetkisi olmamasına rağmen idam ettiğini raporluyor, ölü bulunan tutukluları belgeliyor ve Bağdat yönetimini mezhepçiliği körükleyen tüm bu ihlallere göz yumarak milislere silah sağlamakla suçluyordu.

        Yani, daha 2017’nin başında, yüreğimiz Haşdi Şabi nedeniyle ağzımızdaydı.

        Gelinen noktada ise durum şu: Türkiye, IKBY’deki referandumdan dolayı hayli sert açıklamalar yaptı, vanaların kapatılmasından ve gıda ambargosundan bile bahsetti, ancak tonu giderek düşürdü ve Barzani’nin sorumsuzluğuyla başetme işini Bağdat yönetimine bıraktı. Ancak Haydar İbadi-Tahran- Haşdi Şabi ittifakı sır değil, kaldı ki an itibarıyla Kerkük’ü almak isteyen Haşdi Şabi komutanı, Bağdat’ın emriyle hareket ettiklerini söylüyor. Biliyorum, bölge karışık, biliyorum bu topraklarda ittifakların ömrü kısa, ama Türkiye’nin desteklediği Bağdat yönetimi, Haşdi Şabi milislerine talimat veriyorsa Türkiye de dolaylı olarak Haşdi Şabi’yi desteklemiş olmuyor mu sorusunu düşünmek bile acı veriyor. 2016’nın son ayları boyunca dilimizden düşürmediğimiz Haşdi Şabi, bütün zulmetiyle Kerkük’e çöktüğünde, “Şükür, Kerkük nihayet emin ellerde” mi denilecek? Denilecekse çok değil sadece bir yıl önceki tehdit analizinin neye göre yapıldığının açıklaması ne olacak?

        Ankara’nın bu hadiseyi nasıl değerlendirdiği gerçekten merak konusu.

        **************

        PERİ MASALLARI AÇISINDAN BÜYÜK, HUKUK DEVLETİ AÇISINDAN TARTIŞMALI BİR ADIM

        HAFTANIN en güzel mutlu son hikâyesini Nazife Kayacı yazdı. FETÖ’den tutuklu yarbay eşinin suçsuzluğunu anlatmak için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açılış yapacağı alana gidip başarılı bir plan yapan Nazife Kayacı. Daha önce ilettiği mektuba cevap gelmeyince yapacak başka hiçbir şey kalmadığını düşünerek korumaları atlatıp Erdoğan’ın oturacağı koltuğun yanındaki ağaca çıkan ve oradan Cumhurbaşkanı’na, “Yanınıza gelmek istiyorum” diye haykıran Nazife Kayacı.

        Neyse ki, Cumhurbaşkanı Nazife Hanım’ın getirilmesi talimatını veriyor ve kadın kolları yara bere içinde Erdoğan’ın yanına giderek eşinin masum olduğunu anlatıp serbest bırakılması için yardım istiyor. Nazife Hanım’ın ağaca tırmanırken zedelenen kollarına bakıp “Kızım sen ne yaptın?” diyen Cumhurbaşkanı, bu canhıraş masumiyet savunması karşısında haliyle “Baktıralım” diyor. Nitekim ilgilenmiş olsa gerek, Nazife Kayacı’nın eşi 109’uncu Topçu Alayı 1’inci Topçu Tabur Komutanı Yarbay Ramazan Kayacı tahliye edildi.

        Andersen masallarına benzer bir öykü böylece mutlu sonuna kavuşmuş oldu. Ama yanılmayalım: Ortada Nazife Kayacı için iyi, peri masalları için iyi, ama hükümet için tartışmalı bir adım var.

        Neden mi?

        Zira ne kadar masum ve gözlerimizi şaşırtan bir mutlu son olsa da, maalesef bu öykü ve akabinde gelen tahliye “yargının hükümetin kontrolüne girdiği” eleştirilerini mahmuzlayan bir örnek teşkil ediyor. Öte yandan bu masalla, eşinin ya da oğlunun haksız yere cezaevinde olduğunu düşünen tutuklu yakınlarına şöyle bir mesaj gitmiş oluyor: “Ağaca çıkın, suya atlayın, bir şeyler yapın, dikkat çekin, ki tutuklu yakınınızın masum olduğuna inanılsın.” Bu mesajı alanlar aynı mutlu sona kavuşmak amacıyla benzer hareketler gerçekleştirirse sonuç acaba nasıl olur? Aynı mutlu sonla ödüllendirilirlerse yargılama faaliyetine ne gerek kalır?

        Andersen’in yoksul köylüleri, kimsesiz kadınları krallar karşısında eşitlemek için perilerden destek aldığı masalları, ders, mutluluk ya da ibret verseler de aslına yetersiz bir adalet sistemine ışık tutarlar. Modern hukuk devleti, dağıtmakla yükümlü olduğu adaletin mikyası konusunda peri masallarının istisnai olarak bahşettiği hayırlı kısmetlerin miktarıyla yetinemez.

        Diğer Yazılar